29 Şubat 2016 Pazartesi

Röntgen, Harvey ve Malpighi

Wilhelm Conrad Röntgen


Alman fizik bilgini, 1484’te Lennep’te (Almanya) doğdu, 1923’te Münih’te öldü.


Röntgen ışınları da denilen X ışınlarını buldu ve ilk radyografiyi elde etti. Röntgen, havası boşaltılmış bir lamba olan ve çeperleri karanlıkta ışık saçan Crooks tüpünden etrafa yayılan ve gözle görülmeyen ışınların ne olabileceğini öğrenmeye çalışıyordu. Lâmbanın çevresini siyah kâğıtla kaplayan bilgin, bu görünmeyen ışınları flüorışıl maddeyle sıvanmış bir ekrana yansıtınca ekranın aydınlandığını gördü. Sonra elini ekranla tüp arasına koydu: bu defa elinden geçen ışınlar el kemiklerini aydınlık ekrana, gölgeler hâlinde yansıttılar. Röntgen, bu ışınların diğer cisimlerden de geçip geçmediğini öğrenmek için kapalı bir kapının bir tarafına Crooks tüpünü, diğer tarafına da bir fotoğraf filmini koydu: filmin banyosundan sonra elde ettiği fotoğrafta, kapının tahtasının liflerini ve demir vidaları gördü. Ve nihayet 1895’te X ışınlarıyla ilk radyografiyi gerçekleştirdi.


William Harvey


İngiliz hekimi, 1578’de Folkestone’da (Büyük Britanya) doğdu, 1657’de Hemps-tead’da (Büyük Britanya) öldü.


Kan dolaşımını keşfetti. William Harvey. Padova Üniversitesinde Profesör Fabrice Acxuapendente’nin öğrencisi olmuş, sonra da hekimlik diplomasını alarak Ingiltere’ye dönmüştü. Londra’ya yerleşen genç Harvey, bir süre sonra kralın doktoru oldu. Kralın yüksek himayesinden faydalanan hekim, ölüm cezasına çaptırılan mahkûmların cesetlerini gizlice temin iznini elde ederek kadavralar üzerinde çalışıp araştırmalar yapmaya başladı. Çünkü o devirde ölülerin vücudunu kesip açmak halk gözünde yüz kızartıcı bir işti. 17 Nisan 1616’da Londra Üniversitesinde yapılan bir konferansta, Harvey, kan dolaşımını açıkladı. Ona göre kanın iki türlü dolaşımı vardır: Küçük dolaşım ve büyük dolaşım. Küçük dolaşımda kan, temizlenmek üzere akciğerlere gider, büyük dolaşımda ise, temiz kan, kalpten bütün vücuda yayılırdı.


Marcello Malpighi


İtalyan hekimi ve anatomi bilginidir. 1628’de Crevalcore’de (İtalya) doğdu, 1694’teRoma’da öldü. Mikroskopu ilk defa canlı dokuları incelemede kullandı ve olumlu sonuçlar elde etti.


Vücudumuzda bulunan birçok doku. İtalyan hekimi Malpighi’nin adını taşımaktadır: üst derinin alt tabakası “Malpighi ağı” adını taşır. Dalağımızı çevreleyen küçük atar damarlar boyunca “Malpighi cisimcikleri” yer alır. Böbreklerimizde kanımızı süzen «Malpighi yumakcıkları» ve nihayet içinde sidiğin aktığı Malpighi piramitleri vardır. Bütün bunlar, Italyan hekimi ve Papa Innocentius Xll’nin özel doktoru Marcello Mal-pighi’nin o zamanlar yeni icadedilmiş bir araç olan mikroskop yardımıyla insan vücudunu ne kadar titizce incelediğini gösterir. Marcello Malpighi ayrıca böcek erin solunum organlarını da yine o ilkel mikroskobuyla incelemeyi başarmıştır. Londra’da bilginin kullandığı mikroskopları görmek mümkündür. Malpighi’nin bu adar buluşu son derece ilkel araçlarla gerçekleştirmiş olması şaşılacak bir başarıdır


 

4 Şubat 2016 Perşembe

Karşınızda İlginç Tarih Yasaklarından “Yalıya Çıkma Nizamı”

Tanzimat devrine kadar, devlet erkânı ve ricali ve İstanbul ayanı ve kibarı, yazın, kendi mülkü olan veya kirayla tuttukları yalılara canlarının istediği zaman taşınamazlar ve mevsim sonu, keza canlarının istediği zaman şehirdeki konaklarına dönemezlerdi. Hükümet, herkesin, o yazı, Boğaziçi’nin hangi köyünde veya Haliç’in hangi tarafında oturacağım evvelden öğrenir, o yılın havalarına göre, nihayet bir gün yalılara göç müsaadesi çıkardı. Şehre dönüşte de aynı usûl tatbik edilirdi. Bu izinler çıkmadan hiç kimse yerinden kıpırdayamazdı. Her yıl sayfiye mevsimi için, payitahtın sahillerini muhafazaya memur bostancıbaşı ağa tarafından Haliç ve Boğaziçi sahillerinin bir defteri tanzim edilirdi. “Bostancıbaşı defteri11 denilen bu defterlerin sahifeleri altın yaldızdan çizgiler-” le dama tahtası gibi kutu kutu bölünmüştü; liman ağzında yalı köşkünden Eyüp’ün ötesinde Bahariye’ye; karşı tarafta Karaağaçtan Rumelikavağı’na; Anadolu yakasında da Anadolukavağı’ndan Haydarpaşa’ya kadar yalı, ev, dükkân, kayıkhane, cami, mescit, iskele, bahçe, arsa ve ilh… ne varsa, sırasıyla her birine bir kare tahsis edilmişti; meskenlerin sahipleri, kirada ise sahipleriyle beraber kiracıları yazdırdı; örnek olarak, III. Selim zamanında hicri 1206 yılında tanzim edilmiş bostancıbaşı defterinden birkaç satır okuyalım:


“Beykoz iskelesi, yanında Mustafa’nın hanesi, yanında Hacızade Ahmed’in yalısı ve arsası, yanında Laz Hüseyin’in yalısı, yarımda sabık İstanbul kadısı Hamamîzade Efendi’nin yalısı, yanında Merhabazade yalısı, yanında Odabaşızade’nin yalısı, yanında İmamzade Emin Efendi kullarının yalısı, yarımda kireççi taifesinin odaları ve fırınları, yarımda Sultaniye Bahçesi ve Bostancdar Ocağı, yanında Beyşehirli Yahya Bey kullarının yalısı, yarımda İsmail Ağa kullarının köşkü ve kayıkhanesi, yarımda İncir karyesi camii şerifi, yarımda iskele…”


Padişahlar, yazın saltanat kayığıyla deniz tenezzühüne çıktıklarında dümende bostancıbaşı dururdu; hünkâr merak edip “Şu yalı kimin?” diye sordu mu, bostancıbaşı önündeki defterden, “Falan kulunuzun yalısı, kiracısı filan kulunuz” diye okuyuverirdi. Yahut padişah defteri önünde bulundurur, merak ettiği yeri kendisi okuyup öğrenirdi.


Tanzimat’tan sonra yalılara çıkmak için bu izin külfeti kalktı, fakat Meşrutiyet’e kadar bazı kayıtlar, şartlar devam etti. Mesela Abdülaziz zamanında, yazın Kadıköyü’nde oturan Şeyhülislam Turşucuzade Ahmed Muhtar Efendi, kendi kayığını beklemeyip halk arasında vapura binip Kadıköy’üne geçtiği ve bu suretle “Yüksek makamının şerefini koruyamadığı” için azledilmişti.


 

1 Şubat 2016 Pazartesi

Kardan Adam Olur da Yağmurdan Adam Olmaz Mı?

Böylesine uçuk bir tartışmaya sizleri de çekeceğim için şimdiden özür dilerim. Geçen arkadaşlarla oturmuş birilerini çekiştiriyoruz. Günümüzün modası olan kısa süreli ilişkilerde doğru düzgün bir insan kalmadığından bahsediyoruz. Biraz daha spesifik yapacak olursam hani adam kalmadı. Piyasada güvenecek erkek kalmadı. Burada bütün erkekleri suçlamıyoruz elbet. Bir kız olarak aslında bu durumdan çok rahatsız olduğumuzu dile getirdik. Çokça konuştuk (her zaman ki halimiz! sadece erkeklere giydirmiyorum bu yazımda değerimi bilin erkekler) .


Mevzu derin olunca bir hayli hararetli konuşmaya devam ederken bir arkadaşım “kardan adam bile onlardan daha iyi” diye bir laf attı ortaya. Bir kaça arkadaşım destekçi çıktı. Bende bu konuya biraz çekimser kaldım doğrusu. Kardan adam dediğin eriyor be! Bir güneşe bakar ne burnu kalır ne gözü.. Neyse arkadaşımı ezmemek için yorumumu kendime sakladım. Fakat bir diğer arkadaşım atıldı ortaya ve çok ilginç bir şey söyledi.


-“Ya Ceren doğru diyorsun da bari daha uzun vadeli bir örnek ver. Sadece bir mevsim adamlarla mı biz geçineceğiz üstelik soğuk ki dedi. Soğukken nasıl sarılacağız hadi sarıldık sıcaktan eriyecek. Hiçbir faydası olmayacak”.


Bende fırsat bu fırsat dedim atıldım ortaya, bak Ceren dedim Selin ne güzel söylüyor, sadece kardan adam olmaz bence yağmurdan da adam olmalı. Sonuçta karın özünde de yağmur var. Adamın özü yağmurdur.


Sonra bir sessizlik oldu bana baktı çok kıymetli arkadaşlarım, sanırım onlar tarafından bakınca bir deli gibi göründüm bir süreliğine.. Bende hissetmedim değil sanki başımda bir huninin ağırlığını…


Sonrasında hepimiz oturduk yağmurdan adam yapmaya çalıştık, hatta biraz daha abartıp işin teknik boyutuna bile eğilmeye yeltendik. Su yatağını baz alarak çeşitli değerlendirmelerde yaptık J


Sonucu belli olamayan bir tartışma.. Klonlamayı başaran bilim insanları insanın kopyasını yaratacağına mübarekler başka bir şey yaratın özünde insan olacak daha doğru vicdan olacak…