5 Ağustos 2016 Cuma

Bizans'tan İstanbul'a

İstanbul tarihin her sahnesinde yer almıştır. Dönemin en önemli anlaşmalarında belkide ilgi ve alaka olmasa bile yine de atıfların yapıldığı ve şartların belirlenmesinde önemli bir stratejik noktada olduğunu söyleyebiliriz. Bu yazımda sizlere buna örnek teşkil edecek tarihin bir sahnesini getireceğim. Bu araştırmamda bana yardımcı olan başta çok değerli yol arkadaşım ve eğitmenim olan Sertap A.’ya çok teşekkür ederim.


Şu an topraklarını çiğnediğimiz İstanbul kenti 1600 yılı aşkın bir süre üç büyük uygarlığa başkentlik etmiş bir kenttir. Bugün içine düştüğü içler acısı duruma bakıp üzülmemek elde değildir. Fakat ne yazık ki, eğitimden yoksun bir toplum olduğumuzdan ve okuma denen şeyi insan yaşamında en büyük angarya olduğunu kabul ettiğimizden, hiçbir şeyi bildiğimiz yok. Bu yazıyı bile sıkılmadan okuyacak kişilerin iki elin parmak sayılarını geçmeyeceğinden eminim. Ama, konunun başlığında “aşk, sevgi” gibi sözler geçip, içeriği de artık Reşat Nuri’lerin romanlarında kalmış, son örneklerine Ahmet Altan’ın sıradan romanlarında rastladığımız, yarım kalmış eğitim acılarının ve yarım kalmış aşkların ızdıraplı anlatımları olsaydı, bu tür yazı ve edebiyat ürünlerini arayan bir çok okur balıklama yazıya atlar ve hatta “şahane” diye yorumlar da getirirlerdi. Bu yazı elbette onları açmaz. Bu yazı İstanbul’a aşık olanları, kültüre aşık olanları, sanata aşık olanları ilgilendirir. Gerisi de sıkıcı bulup kaçar.


Bu kadar uzun bir girişten sonra gelelim bana bu uzun girişi yaptıran gerçek konuya. Konumuz anlaşıldığı gibi İstanbul’daki Bizans sanatı.


Bizans sanatının İstanbul ayağı hem sanat tarihi açısından hem de döneminde Bizans için önemlidir. Çünkü, İstanbul başkenttir. Bu kentin başkent oluşu, bu kentte oluşturulan sanatın da görkemli olmasını sağlamıştır. İstanbul dışında kalan ve Bizans’ın eyaletleri sayılan topraklarda yaratılmış eserlerde ise aynı görkemi göremeyiz. Ayrıca eyaletlerde dini konuların daha çok işlendiğini de görürüz.


Bizans sanat kalıntılarının günümüze gelmiş bazı örnekleri olmakla birlikte, yok olanların sayısı ne yazık ki daha fazladır. Biz bunları araştırırken kolaylık sağlasın diye; dini ve sivil yapılar olarak ayırısak işimiz kolaylaşır ve öğrenmemiz çabuklaşır.


Dini yapılara örnek verecek olursak, Studios Manastırı (461), Sergios ve Bakkhos Kilisesi (526-530), Ayasofya (532-537), Kalenderhane Camisi, Bodrum Camisi, Lips Manastır Kilisesi, Vefa Kilise Camisi, Pantepoptes Manastır Kilisesi, Zeyrek Kilise Camisi, Fenari İsa Camisi, Fethiye Camisi gibi eserler bugün de ayakta durmakta ve çoğu camiye dönüştürüldüğünden içlerinde ibadet edilmektedir.


Bizans’ın dini yapılarında konularını Hıristiyan dininden alma bir çok mozaik, fresk ve ikonlara rastlarız. Bunların dini yapılardaki yapılışları belli bir düzen içindedir ve kurallara bağlıdır. Dini yapıların mimari biçimleri de kendinden sonra gelen bir çok mimarı etkilemiştir. Örneğin kubbelerin kullanılması, mekanların sütunlarla neflere ayrılması, dışardan gelecek olan ışığın en uygun biçimde içeriye yansıtılması, bazilikal plan tiplerinden başka arayışlara girerek, Yunan hacı denilen plan şekillerinin denenmesi Bizans sanatına yeni açılımlar kazandırmıştır. Bunun yanında kilise mimarisin özü de fresk ve mozaiklerin rastgele olmadığı gibi rastgele değildir. Her yapılanın bir amacı vardır. Örneğin: Kubbe gökyüzünü anımsatır. Bildiğiniz gibi kubbenin kare mekana oturtulması mimarların hiç de kolay bulduğu bir çözüm değildir. Ama, sonunda yuvarlak kubbeden, kare mekana geçişi sağlayan pandantif ve kemerler bulunmuştur. Bizans sanatında bunların da bir anlamı vardır ki, kubbe yani gökyüzü ile yeryüzünü sembolik olarak birbirlerine bağlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.