14 Mart 2016 Pazartesi

Döneminden Günümüze Ün Kazanmış Üç Türk Sanatçının Hayatı

Nedim


Ahmed Nedim, Lâle Devrinin en büyük şairidir. 1681’de İstanbul’da doğdu, 1730’da aynı yerde öldü.


Türk edebiyatında mahallîleşme cereyanı denilen edebî bir çığırın önderidir. Öğrenimini medresede yaptıktan sonra kadı olan Nedim, boş zamanlarında şiir yazardı. Bu yönüyle Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın dikkatini çekmiş ve Lâle Devrinin en ünlü çehrelerinden biri olmuştur. Şiirlerinde Lâle Devri İstanbul’unun hareketli ve renkli hayatını dile getirmiş, Saadâbâd eğlencelerini, gül ve lâle bahçelerini ve bu bahçelerdeki selvi boylu sevgililerin güzelliklerini herkesin anlayabileceği sade ve ahenkli bir İstanbul Türkçesiyle anlatmıştır. Arapça ve Farsçayı İyi bilen Nedim’in şiirlerini topladığı Divân’ında Türkçe gazellerinin ve başarılı şarkılarının yanı sıra Farsça şiirleri ve Çağatayca bir gazeli yer alır. Lâle Devri’nin bu ince ruhlu sanatçısı. Patrona Halil isyanı sırasında cânilerden kaçmak İçin damdan dama atlarken yere düşerek ölmüştür.


Karacaoğlan


Ünlü Türk halk şairlerinden bir tanesidir. 1606’da Kozan’da veya Adana’nın Fersak dolaylarında doğduğu sanılır, 1679’da öldü.


Anadolu’nun türlü yerlerini dolaşmış bir millî ozan. Karacaoğlan, halk edebiyatı şairlerinin en tanınmışlarından biridir. Asıl adı, memleketi, ne zaman ve nasıl yaşadığı kesin olarak bilinmez. Halkın, çok esmer olduğu için Karacaoğlan adını taktığı bu karayağız delikanlının bir de «Karakız* adlı sevgilisi vardı. Çok kimse onları çekemezdi. Bir gün Karacaoğlanı öldürmek istediler. Bunun üzerine Karacaoğlan bir elinde sazı düştü yollara. Gidiş o gidiş. Bir daha ne o yerlere döndü Karacaoğlan, ne de Karakız’ı gördü. Ama hayatı boyunca karşılaştığı her güzelde Karakız’ı gördü, koşma, türkü, mani ve güzellemelerinde hep onu çağırdı. Karacaoğlan tabiata âşıktı. Anadolu’nun birçok yerini, dolaştığı söylenir. Çok sâde bir dili vardı. Türk saz şiirinin en güzel örnekleri olan şiirleri bugün hâla bütün canlılığını korumaktadır.


Mimar Sinan


Mimar Sinan; Koca Sinan da denir. Osmanlı İmparatorluğu baş mimarıdır. 1490’da Kayseri’de doğdu, 1588’de İstanbul’da öldü. Türk mimarlık sanatının bu en büyük dâhisi, Osmanlı İmparatorluğunun her köşesini şaheserleriyle süsledi.


Sinan, 1512’de Kayseri’den İstanbul’a devşirme oğlanı olarak geldi ve Enderun’da eğitim gördü. Mesleğine dülgerlikle başlayan Sinan, önce ordu mimarı oldu. Bağdat Seferi sırasında Tatvan’da üç kadırga yaparak Osmanlı ordusunu karşı kıyıya geçirdi. 1538‘de 48 yaşında imparatorluk baş mimarlığına getirilen Sinan, bu tarihten ölümüne kadar geçen yarım yüzyıl içinde irili ufaklı 300’den fazla eser yaparak «Koca» lâkabını kazandı. Bu eserler arasında 81 cami, 50 mescit 55 medrese, 7 su kemeri, 8 köprü, 27 saray, 18 kervansaray, 6 hasta hane, 31 hamam, 26 türbe vardır. Mustafa Sar Çelebi «Tezkeret-ül Ebniye» adlı Mimar Sinan’ın yaptığı binalarla ilgili kitabında Şehzade camiini çıraklık, Süleymaniye’yi kalfalık, Selimiye’yi ustalık çağında yaptığını yazar. Büyük mimar, Süleymaniye camimin yanında küçük bir imza gibi yer alan mütevazı bir türbede yatmaktadır


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.