5 Ağustos 2016 Cuma

Bizans'tan İstanbul'a

İstanbul tarihin her sahnesinde yer almıştır. Dönemin en önemli anlaşmalarında belkide ilgi ve alaka olmasa bile yine de atıfların yapıldığı ve şartların belirlenmesinde önemli bir stratejik noktada olduğunu söyleyebiliriz. Bu yazımda sizlere buna örnek teşkil edecek tarihin bir sahnesini getireceğim. Bu araştırmamda bana yardımcı olan başta çok değerli yol arkadaşım ve eğitmenim olan Sertap A.’ya çok teşekkür ederim.


Şu an topraklarını çiğnediğimiz İstanbul kenti 1600 yılı aşkın bir süre üç büyük uygarlığa başkentlik etmiş bir kenttir. Bugün içine düştüğü içler acısı duruma bakıp üzülmemek elde değildir. Fakat ne yazık ki, eğitimden yoksun bir toplum olduğumuzdan ve okuma denen şeyi insan yaşamında en büyük angarya olduğunu kabul ettiğimizden, hiçbir şeyi bildiğimiz yok. Bu yazıyı bile sıkılmadan okuyacak kişilerin iki elin parmak sayılarını geçmeyeceğinden eminim. Ama, konunun başlığında “aşk, sevgi” gibi sözler geçip, içeriği de artık Reşat Nuri’lerin romanlarında kalmış, son örneklerine Ahmet Altan’ın sıradan romanlarında rastladığımız, yarım kalmış eğitim acılarının ve yarım kalmış aşkların ızdıraplı anlatımları olsaydı, bu tür yazı ve edebiyat ürünlerini arayan bir çok okur balıklama yazıya atlar ve hatta “şahane” diye yorumlar da getirirlerdi. Bu yazı elbette onları açmaz. Bu yazı İstanbul’a aşık olanları, kültüre aşık olanları, sanata aşık olanları ilgilendirir. Gerisi de sıkıcı bulup kaçar.


Bu kadar uzun bir girişten sonra gelelim bana bu uzun girişi yaptıran gerçek konuya. Konumuz anlaşıldığı gibi İstanbul’daki Bizans sanatı.


Bizans sanatının İstanbul ayağı hem sanat tarihi açısından hem de döneminde Bizans için önemlidir. Çünkü, İstanbul başkenttir. Bu kentin başkent oluşu, bu kentte oluşturulan sanatın da görkemli olmasını sağlamıştır. İstanbul dışında kalan ve Bizans’ın eyaletleri sayılan topraklarda yaratılmış eserlerde ise aynı görkemi göremeyiz. Ayrıca eyaletlerde dini konuların daha çok işlendiğini de görürüz.


Bizans sanat kalıntılarının günümüze gelmiş bazı örnekleri olmakla birlikte, yok olanların sayısı ne yazık ki daha fazladır. Biz bunları araştırırken kolaylık sağlasın diye; dini ve sivil yapılar olarak ayırısak işimiz kolaylaşır ve öğrenmemiz çabuklaşır.


Dini yapılara örnek verecek olursak, Studios Manastırı (461), Sergios ve Bakkhos Kilisesi (526-530), Ayasofya (532-537), Kalenderhane Camisi, Bodrum Camisi, Lips Manastır Kilisesi, Vefa Kilise Camisi, Pantepoptes Manastır Kilisesi, Zeyrek Kilise Camisi, Fenari İsa Camisi, Fethiye Camisi gibi eserler bugün de ayakta durmakta ve çoğu camiye dönüştürüldüğünden içlerinde ibadet edilmektedir.


Bizans’ın dini yapılarında konularını Hıristiyan dininden alma bir çok mozaik, fresk ve ikonlara rastlarız. Bunların dini yapılardaki yapılışları belli bir düzen içindedir ve kurallara bağlıdır. Dini yapıların mimari biçimleri de kendinden sonra gelen bir çok mimarı etkilemiştir. Örneğin kubbelerin kullanılması, mekanların sütunlarla neflere ayrılması, dışardan gelecek olan ışığın en uygun biçimde içeriye yansıtılması, bazilikal plan tiplerinden başka arayışlara girerek, Yunan hacı denilen plan şekillerinin denenmesi Bizans sanatına yeni açılımlar kazandırmıştır. Bunun yanında kilise mimarisin özü de fresk ve mozaiklerin rastgele olmadığı gibi rastgele değildir. Her yapılanın bir amacı vardır. Örneğin: Kubbe gökyüzünü anımsatır. Bildiğiniz gibi kubbenin kare mekana oturtulması mimarların hiç de kolay bulduğu bir çözüm değildir. Ama, sonunda yuvarlak kubbeden, kare mekana geçişi sağlayan pandantif ve kemerler bulunmuştur. Bizans sanatında bunların da bir anlamı vardır ki, kubbe yani gökyüzü ile yeryüzünü sembolik olarak birbirlerine bağlar.

6 Haziran 2016 Pazartesi

Oruç Reis, Balboa ve Cortes’in Kısa Hayat Hikâyeleri

Oruç Reis


Oruç Reis Baba Oruç en büyük Türk denizcilerinden biridir. 1474’te Midilli’de doğdu, 1518’de Tlemsen’de deniz savaşında öldü. İspanyolları Cezayir’den kovarak kendisini Cezayir sultanı ilân etti. Küçücük bir çocukken denizciliğe heves eden Oruç, delikanlı olunca kardeşleri İlyas ve Hızır (Barbaros) İle Ege’de korsanlığa başladı. Akdeniz kıyılarına da devamlı sefer yapan ‘Oruç Reis, bir gün Rodos şövalyeleri tarafından esir edilerek Bodrum’a götürüldü. Ama Barbaros imdadına yetişerek onu kurtardı. Oruç Reis de yeniden denizlere açılarak Rodos şövalyelerine meydan okudu. Daha sonra Barbaros ile Trablus ve Tunus’a giden Oruç, Cerbe adasına yerleşti, iki kardeşin ünü kısa zamanda bütün Akdeniz’e yayılmıştı. Fakat oruç Reis, Cezayir savaşlarında bir kolunu kaybetti. Buna rağmen büyük denizci yılmamıştı. 1516’da Cezayir önlerinde İspanyolları yenilgiye uğrattı, kendini Cezayir sultanı ilân etti. Ama Arapların çağrısı Özerine buraya gelen İspanyol kuvvetleri tarafından Tlemsen’de sarılarak şehit edildi.


Balboa


Vasco Nunez de Balboa İspanyol kâşifi ve konkistadoru. 1475’te Jerez’de (İspanya) doğdu, 1517’de Panama’da öldü. Panama kıstağından geçerek Büyük Okyanus’u veya Pasifik’i keşfetti.


Balboa gözü pek bir adamdı. Ayrıca, çok kişiye borcu vardı. Bu yüzden Haritasından gizlice kaçmaya karar verdi ve Güney Amerika’ya gitmekte olan bir gemiye bindi. Panama’daki Darien şehrine geldi. Buradaki İspanyol valiyi görevinden uzaklaştırarak yerine kendi geçti. Ama görevinden alınan vali kanun yoluyla intikamını aldı. Balboa tutuklanmamak için kaçmak zorunda kaldı. Batıya doğru giderek Panama kıstağını büyük güçlüklerle geçti. Sonunda o yörelerde sözü edilen esrarengiz okyanusa ulaştı. Vasco Nunez de Balboa, sonradan Pasifik veya Büyük Okyanus olarak adlandırılan Güney denizlerinin amiralliğine getirildi. Balboa, Peru’yu ve güneydeki altın ülkelerini de fethetmek istiyordu. Fakat bu amacını gerçekleştiremeden ihanetle suçlanarak kafası kesilmek suretiyle öldürüldü.


Cortés


Hernán Cortés. İspanyol konkistadoru. 1485’te Medellin’de (İspanya) doğdu, 1547’de Sevilla yakınında (İspanya) öldü. Meksika’yı ele geçirdi ve Aztek imparatorluğuna son verdi.


Hernán Cortés, 1518’de, Ispanya kralı Kari V tarafından Meksika’yı fethetmekle görevlendirildi. O sırada Meksika’da yerliler vardı. Birkaç yüz kişiyle yola çıkan Cortés, ayrıca on bir top ve yirmi kadar da atlı aldı. O zamana kadar hiç at görmemiş olan Amerika yerlileri at üstündeki askerleri, hayvanlarla tek vücut sanarak çok ürktüler. Hele Hernán Cortés’in görünüşü Aztek şeflerini âdeta büyüledi; çünkü Cortés, beyaz teni, sakalları, parlak zırhı ve toplarıyla tıpkı onların uzun yıllar önce ortadan kaybolan tanrıları Ouetzalcoatl’a benziyordu, inanışlarına göre batıya gidip orada kaybolan bu tanrı, günün birinde doğudan gök gürültüleri arasında geri dönecekti. Yerliler, istilâcılara birçok şehrin kapısını isteyerek açtılar. Bütün Aztek imparatorluğunu-ele geçiren Cortés, 1547’de vatanına döndü ve orada unutulmuş olarak öldü.


 

27 Mayıs 2016 Cuma

Ününe Ün Katmış Sanatçılardan Vinci, Bartholdi ve Levni’nin Hayat Analizi

Leonardo da Vinci


İtalyan bügini ve sanatçısı. 1452’de Vinci’de (İtalya) doğdu, 1519’da Ambroise (Fransa) yakınlarında öldü.


Evrensel dâhi, XV. Yüzyılın sonlarında sanat ve edebiyatın yeniden doğmasında büyük payı olan bu v çok yönlü dfihlnln hangi tarafına daha çok hayranlık duyulacağı bilinememektedir. Bu dev sanatçı, sâdece dâhi bir ressam ve heykeltıraş olmakla kalmamıştı. Leonardo da Vinci aynı zamanda matematikçi, astronomi bilgini; Milano ve Pavia katedrallerinin İnşaat planlarını çizen bir mimar; tesviye havuzu, planör, dalgıç elbisesi, paraşüt, tank, yeraltı kalesi, otuz üç el ateş edebilen mitralyöz gibi çeşitli yapıların, araçların, projelerini tasarlayıp yapan bir mühendisti. Leonardo da Vinci boş vakitlerinde bir de kendisini eğlendirmek için çok İyi gitar çalar ve herkes tarafından beğenilen müzik parçaları bestelerdi. Bu büyük sanatçının en ünlü eseri olan Mona Lisa adlı tablo, bugün Paris’teki Louvre müzesinde bulunmaktadır.


Frédéric Auguste Bartholdi


Fransız heykeltraşı, 1834’te Colmar’da (Fransa) doğdu, 1904’te Paris’te öldü.


New York limanının ağzındaki Hürriyet Heykeli’yle dünya çapında bir üne kavuştu. Bartholdi’nin eserlerinde göze çarpan başlıca özellik, heybet ve ihtişamdır. Sanatçının, Belfort şehrinin 1870 savaşındaki direnişini ölümsüzleştirmek amacıyla sarp bir kayaya oyduğu 22 metre boyunda ve 11 metre yüksekliğindeki dev Belfort Arslanı karşısında hayrete düşmemek imkânsızdır. Ama Bartholdi asıl ününü 1886’da New York limanının girişine yaptığı Hürriyet Heykel’ine borçludur. Yüksekliği 93 metre olan bu dev heykelin içi boştur ve her yıl binlerce turist tarafından gezilir. Turistler heykelin elinde tuttuğu meşaleye kadar çıkabilir ve buradan bütün ihtişamıyla New York limanını ve Manhattan adasının gökleri tırmalayan dev yapılarını kuş bakışı seyredebilirler. Sanatçının bu eserleri dışında bugün bir müze olan Colmar’daki evinde Martin Schöngauer ve Alsacelı Genç Bağcı adlı iki dev heykeli yer almaktadır.


Levnî


Türk minyatür ve tezhip sanatçısıdır. Edirne’de doğduğu söyleniyor, doğum tarihi bilinmiyor, 1732’de öldü.


Minyatüre üçüncü boyutu, yani derinliği getirdi. Abdül celil, çocukluğundan beri güzel sanatlara büyük İlgi duynrdı. Küçük yaşta İstanbul’a gelerek saray nakış hanesine girdi. Daha sonra minyatür, müzik alanındaki başarıları sayesinde kısa zamanda devrin sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın dikkatini çekti ve saray nakkaşlığına getirildi. Sanatçı saray çevresinde Çelebi olarak anılırdı. Eserlerini «renkçi» anlamına gelen «Levnî» takma adıyla İmzalamıştır. Minyatür ve tezhip sanatlarında çığır açan bu büyük sanatçı, eserlerinde çok figürden kaçınır, bazen tek figür üstünde çalışırdı. Ayrıca figürlerinin her birine değişik yüz ifadesi vermiş ve böylelikle gerçekçiliğe doğru önemli bir adım atmıştır. Yaptığı en önemli yenilik ise iki boyutlu minyatür sanatına üçüncü boyutu, yâni derinliği getirmesidir.


 


 

20 Mayıs 2016 Cuma

Tarih Sahnesinde Yer Alan Çağın Ünlüleri

David veya Davy Crockett


Amerikalı avcı, yasama meclisi üyesi ve albay, 1785’e doğru Tennessee’de (Amerika Birleşik Devletleri) doğdu, 1836’da Texas’in Alamo şehrinde öldü.


Alamo savunmasına katılan efsane kahramanı, 1836 Şubatında Amerikalı Albay Travls, Meksikalılara yenildiğini anlamıştı. Alamo’da güçlü Meksika ordusu tarafından sarılmış bir avuç asker uzun süre bu duruma dayanamazdı. Birden uzaklardan neşeli bir gayda sesi işitildi. Davy Crockett, omuzunda emektar tüfeği Betsey, çarpışanların yardımına koşmuştu! Başında küçük Amerika ayısı postundan yapılmış kürklü şapkası, sırtında deri ceketi, ayağında mokasenleriyle bu Far West kahramanını Amerikalı askerler büyük heyecanla karşıladılar. Efsaneye göre bir ayda tam 47 ayı öldürmüş olan Davy Crockett, ayıları, inlerine girip zorla çıkaracak kadar cesurdu. Ama 6 Mart 1836’da Meksikalılar son bir baskına giriştiler. Bu savaş sırasında kahramanca ve yılmadan dövüşen Davy Crockett, sonunda vurularak öldü ve kısa zamanda hayatı efsaneleşerek ünü daha da arttı.


Buffalo Bill


William Frederick Cody, Buffalo Bill denir. Amerika’daki “Batıya hücum” hareketinin öncülerinden,  1846’da îowa’da (Amerika Birleşik Devletleri) doğdu, 1917’de Denvers’de (Amerika Birleşik Devletleri) öldü.


Millî kahraman, bizon Öldürmedeki ustalığıyla ün yapmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nin uçsuz bucaksız toprakları üzerinde Kansas Pacific Railroad tarafından yeni bir demiryolu yapılmaktaydı. Şantiyelerde çalışan işçilerin taze et iaşelerini sağlamak gitgide güçleşiyordu. Bu iş İçin keskin bir nişancı bulmak gerekti. Demiryolu kumpanyası bu görevi William Cody’ye vermeği uygun buldu. William (Will veya Bill denir) Kuzey Amerikalıların «buffalo» adını verdikleri bizonların sürülerine, hayvanları ürkütmeden yaklaşmayı çok iyi bilen ve kurşunları hiçbir zaman hedefini şaşmayan bir avcıydı. Buffalo’nun şöhreti bu görev sayesinde bütün Amerika’ya yayıldı. Ancak Buffalo Bifl’e karşı beslenen hayranlık, onun bu eşsiz nişancılığının nereden geldiği öğrenildiğinde daha da arttı: Bufalo Bili bu ustalığını Sfyoux’lar ve Cheyenne’lere karşı kahramanca savaşırken kazanmıştı.


Lavoisier


Antoine-Laurent de Lavoisier. Fransız Kimyacısı, 1743’te Paris’te doğdu, 1794’te aynı yerde öldü.


Modern kimyanın kurucusudur. Maddenin yok olmadığını, yoktan da var edilemeyeceğini gösterdi. Lavoisier, oksijenin tabiattaki rolünü bilimsel olarak göstermiş, yavaş ve çabuk oksitlenmenin evrelerini ve cisimlerin yanabilmesi için oksijenin gerekli olduğunu ispatlamıştır. Tabiatta oksijen olmazsa cisimler yanamaz. Nitekim Lavoisier, yabancı bir madde ile yalıtılmış bir kömür parçasının oksijenle temas edemediği için çok yüksek derecelere kadar ısıtıldığı hâlde yanmadığını göstermişti. Çağdaşlarınca daha büyük şaşkınlıkla karşılanan başka bir olay ise Lavolsier’nin, suyun, hidrojenin oksijenle karışarak yanması sonucunda meydana geldiğini yani iki gazın birleşerek bir sıvıyı oluşturduğunu İspatlamasıdır. Lavoisler’nin çok sayıda bilimsel keşfi vardır. Ama ne yazık ki zamanında değeri bilinememiş ve Fransız Devrimi sırasında kendisi gibi diğer vergi kesenekçileri ile beraber ihtilâlciler tarafından giyotinle idam edilmiştir.


 

18 Mayıs 2016 Çarşamba

Vatel, Nicot ve Mercator

Vatel


Önce Fououet’nin, daha sonra Prens de Condo’nin metrdotel (baş garson), 1671’de Chantilly’de (Fransa) öldü.


Mesleğine olağanüstü bir saygısı vardı. Talihsiz metrdotel Vatel İn acıklı sonunu. Önlü Fransız kadın edebiyatçısı Madam de Sövignö, bize şöyle anlatıyor: Eşi bulunmaz mükemmellikte bir metrdotel olan Vatel, Prens De Condi’nln Chantllly’dekl şatosunda Güneş-Kral Louls XIV ve maiyeti şerefine verilecek akşam yemeğini hazırlamakla görevlendirilmişti. Bu yemek, her bakımdan Güneş-Kral’a yaraşır, göz kamaştırıcı bir şölen olacaktı. Bütün hazırlıklarını tamamlayan Vatel, yemek listesinde yer alan balıkları da sipariş etmiş, ancak bunların taze taze yenilebllmesi İçin özel- bir ulakla, son anda canlı olarak gönderilmesini İstemişti. Ne var ki servis vakti gelip çatmış, ama taze balıklar henüz gelmemişti. Bu durumda ümitsizliğe kapılan ve şerefinin lekelendiğini kabul eden Vatel kılıcını gövdesine saplamak suretiyle hayatına son verdi.


Nicot


Jean Nicot de Villemain, Fransız diplomatı ve bilgini,  1530 yılma doğru Nîmes’de (Fransa) doğdu, 1600 yılına doğru öldü.


Portekiz büyükelçisi iken, Fransa’ya tütünü getirdi ve yayılmasına yol açtı. Fransa kraliçesi Catherine de Mödicis, devamlı baş ağrısı çekiyordu. Jean Nicot, iyileşmesi için ona, ispanya ve Portekiz’de çok kullanılan tütün tozundan gönderdi. Bu tütün tozundan bir parça burnuna çeken kraliçe, kendisini daha iyi hissettiğini söyledi. Tütün de bu şekilde Fransa’ya girmiş oldu. Tohumu ekilmeye, yaprakları tüttürülmeye başlandı. Başlangıçta İlâç olan tütün, kısa sürede, aşırı bir alışkanlık halini aldı. Bu bitkideki, çok sigara İçenlerin sağlığına zararlı olan maddeye, çabucak «nikotin» adı verildi. Dolayısıyla insanlara çoğu kere, kötü bir alışkanlık vermekte katkısı bulunan Nicot’nun İsmi sık sık anılmaktadır. Nicot, diplomat oluşunun yanında, aynı zamanda büyük bir bilgindi de. Ölümünden sonra (1606’da), Fransız dili hakkında bir eseri yayımlanmıştır.


Gerhard Kremer Mercator


Flaman coğrafyacısı ve matematikçisi, 1512’de Rupelmonde’da (Belçika) doğdu, 1594’te Duisburg’da (Almanya) öldü.


Gemicilerin yararlanabileceği ilk dünya haritasını yaptı. Dünyanın ve denizlerin yüzeyi aşağı yukarı küresel bir biçimde olduğu için bunları düz bir harita üzerinde doğru olarak göstermek ve bu harita üzerinde tutulacak yönü bulmak kolay bir iş değildi. Ünlü Yunan bilgini Ptolemaios, yüzyıllarca önce enlem ve boylam çizgilerini çizmişti. Bunu göz önüne alan Mercator, yaptığı dünya küresi üzerindeki belirli noktaların, ekvatora dayanan bir silindir üzerinde İzdüşümünü çıkarmayı tasarladı. Bu şekilde meridyenler düşey, paraleller ise yatay olmak üzere doğrusal çizgiler şeklinde ortaya çıkıyordu. Dünyanın İlk haritası 1569 yılında yapıldı. «Mercator’un iz düşüm sistemi» devrimizde hâlâ, birçok hava ve deniz yolları haritalarının çizilmesinde kullanılmaktadır.


 

14 Mayıs 2016 Cumartesi

Şanı Döneminden Günümüze Taşan Hükümdarlar

Charlemagne


Carolus Magnus; Charlemagne veya I. Karl Veya Büyük Karl Prank kralı, sonra Batı İmparatoru. 742’de doğdu, 814’te Aix-la-Chapelle’de (Almanya) öldü.


Hemen hemen bütün Batı Avrupa’yı hükmü altına alarak Mukaddes Roma-Germen İmparatorluğunu kurdu. Azimli ve gözüpek Frank kralı Charlemagne, egemenliğin mümkün olduğu kadar geniş topraklar üzerinde kurmaya çalıştı. Uzun saltanatı süresince (771-814) yalnız 790 yılı, bir barış yılı oldu. Charlemagne; Lombardia’yı, Bavyera’yı, Saksonya’yı (Saksonlara karşı tam yirmi üç yıl savaştı) fethetti ve İspanya’ya yerleşmiş Araplarla savaştı. Charlemagne 800 yılının Noel günü. Roma’daki San Pietro kilisesinde. Papa III. Löone’nin elinden Batı Roma imparatorluğu tacını giydi. Bu taç söylentiye göre, İsa’nın haçından çıkma bir demir çivinin çevresine işlenmiş olup, kuyumculuk sanatının bir şaheseriydi. Süslü sakallı büyük imparatorun kişiliği çabucak efsaneleşti: XII. yüzyılda söylenen destan türkülerinin ilk kahramanlarından biri oldu.


Alparslan


Büyük Selçuklu hükümdarı, 1029’da doğdu, 1072’de Merv’de (Horasan) öldü.


Malazgirt zaferiyle Anadolu’yu Türklere açtı; Türkler bu zaferle ebedi bir yurt kazandılar. Alparslan, babası ölünce Horasan meliki, amcası Tuğrul Bey’i ı ölü nü üzerine de Selçuklu sultanı oldu. Önce ülkesindeki isyanları bastırdı. Büyük Selçuklu devlet adamı Nizamülmülk’ü kendisine vezir yaptı. Sonra fetihlere başladı. Azerbeycan ve Kafkasya üzerine yürüdü, Gürcü ve Ermeni krallarını vergiye bağladı. Ani ve Kars’ı aldı. Mısır seferine çıktığı sırada, Bizans imparatoru Romanos Diogenes’in yüz bin kişilik bir orduyla doğuya doğru ilerlediğini haber aldı. Hazırlıklarını tamamladıktan sonra elli bin kişilik ordusuyla Malazgirt’e geldi. Burada iki ordu şiddetli bir savaşa tutuştu. 26 Ağustos 1071 cuma günü Alparslan, askerlik tarihinin en büyük zaferlerinden birini kazandı. Bizans ordusunu darmadağın ederek Romanos Diogenes’i esir aldı. Bu zafer, Türk devletinin bundan sonraki bin yıllık döneminin başlangıcı oldu.


Mahmud


Gazneli Mahmud, Gazneliler devletinin ünlü hükümdarı,  967 veya 969’da Buhara’da doğdu, 1030’da Gazne’de öldü. Gazneliler devletini siyasî, askerî ve kültürel bakımdan güçlendirdi, İslamiyet’in yayılmasında önemli rol oynadı.


Gazneli Mahmud, 999 yılında Gazne hükümdarı oldu. Yaptığı savaşlarla İran, Azerbaycan ve Türkistan’ı ele geçirdi, ülkesinin sınırlarını Ceyhun’un ötesine, Harzem’e kadar genişletti. 1005 yılında ünlü Hind seferlerine başladı. 1009’da Hind racalarını dize getirerek Pencap’ı aldı. Lfihur, Delhi gibi Hind şehirlerindeki hâzineleri ve sanat eserlerini Gazne’ye götürdü. Bu şehri cami, okul ve kütüphanelerle süsleyerek Türk ve Islâm dünyasının bilim ve kültür merkezi hâline getirdi. Devrin ünlü düşünür ve sanatçılarını sarayında topladı. Bunlardan Firdevsî, «Şehnâme» adlı ünlü eserini Gazneli Mahmud İçin yazmıştır. Gazneli Mahmud iyi bir idareciydi. Ülkesinde hukuk, eğitim ve ulaştırma işlerini düzene koydu. Hindistan’da kocaları ölen kadınların yakılması ölülerin ırmağa atılması gibi kötü gelenekleri yasakladı.


 

7 Mayıs 2016 Cumartesi

Yanaşık, Yer Kabuğu ve Coğrafi Kutuplar Hakkında Bilgiler

Yanaşlık


Afrika kıyılarındaki küçük limanlar ancak küçük yerli teknelerini barındırabilirler. Büyük gemilerin yanaşması için dibi kazarak derinleştirmenin imkânsız olduğu yerlerde, denize doğru uzayıp giden iskeleler yâni yanaşlıklar inşa edilir.


Sığ kumluk hâlinde uzanan kıyılarda gemiler karaya fazla yanaşamazlar. Ayrıca çatlayıp kıyıya vuran dalgalar gemilerin açık, ta demirlemelerine de her zaman İmkân vermezler. Bunun İçin denizin İçinde çok uzaklara kadar İlerleyen iskeleler İnşa edilir ki bunlara yanaşlık denir. Togo’nun başkenti Lome’deki, betonarme ayaklar üzerin-de İnşa edilmiş olan yanaştık bunlardan biridir. Vagonlar ve kamyonlar bu iskelenin üzerinde 500 metre kadar ilerleyip gemilerin yanına gidebilirler. Mallar artarda sıralı duran vinçlerle gemilerden vagonlara, kamyonlara, ya da kamyonlardan, vagonlardan gemilere yüklenir.


Yer Kabuğu


Dünyamız, bir portakala benzetebileceğimiz dev bir top hâlindedir. Bu dev topun içi ergimiş kayalarla doludur. Bizler bu topun üzerinde, karalarla denizlerden meydana gelen ve kalınlığı 50 kilometre kadar olan bir kabuk üzerinde yaşarız.


Dünyamızın merkezine doğru indiğimiz zaman sıcaklık her 33 metrede 1 derece artar. Bizden yaklaşık olarak 6.000 kilo, metre uzaklıkta bulunan dünya merkezinin sıcaklığı ise 3.000-4.000 derecenin üzerindedir. Bundan da, dünyamız çekirdeğinin ergimiş kayalardan meydana geldiği kolayca anlaşılır. Dünyamızın dış kısmı soğuyup sertleşmiş, yer kabuğunu meydana getirmiştir, ama bunun kalınlığı ancak 50 kilometre kadardır. Bu sert kabuk depremlerin sonucu olarak zaman zaman, yer yer çatlayabilir. Volkanlar, dünyanın bir çeşit emniyet supabıdır.


Coğrafî Kutuplar


Dünyamız, tıpkı ekseni etrafında dönen bir tekerlek gibi kendi etrafında döner. Bu var olduğu sayılan eksenin kuzey ve güney noktalan, dünyamızın kutuplarıdır. Buralarda havalar çok soğuktur.


Kuzey Kutbu ile Güney Kutbu, dünyamızın Ekvatordan en uzak iki noktasıdır. Buraları dalma müthiş soğuk olur. Eğer dünyamızın ekseni hafifçe eğik olmayıp dikey olsaydı, kutuplarda hiç gece olmayacak, daima gündüz olacaktı. Ama bu eğiklik yüzünden kutupların birinde altı ay gündüz, kers, ötekinde de altı ay gece olur. Kuzey Kutbu’na 1909’da Amerikalı Peary, Güney Kutbu’na da 1911’de Norveçli Amundsen erişmiş ve bu bilim adamları bu bölgelere ilk defa erişen İnsan unvanını kazanmışlardır. Kutuplara İlk defa erişmek için yola çıkan pek çok gezgin ve kâşif bu yolda hayatlarını kaybetmişlerdir.


 

20 Nisan 2016 Çarşamba

John Kay, Oberkampf ve Oehmichen’in Hayatı

John Kay


İngiliz mucidi ve dokumacısı, 1704’te Walmersley’de (Büyük Britanya) doğdu, 1764’te Fransa’da öldü.


Kay mekiğini ve otomatik dokuma tezgâhını icat etti. XVIII.        yüzyıl başlarına kadar dokumacılar Leonardo da Vinci tarafından icat edilmiş olan el mekiğini kullanıyorlardı. Şimşir ağacından küçük bir iğ olan bu mekik, biçim bakımından bir gemiyi andırıyordu. Bunun içinde, bir masuraya sarılmış iplik bulunuyordu. Dokuma işçisi, açılan zincirleme iplikler arasına mekiği elle atıyor, sonra öbür eliyle alıp tekrar atıyordu. Tabiî, bu iş elle yapıldığı için vakit alıyordu. Kay’ln 1733 yılında icat ettiği mekanik mekik ise bir yuva tarafından idare ediliyor, daha hızlı çalışıyordu. Böylece dokumacının iki kol açıklığından daha geniş kumaş şeritleri dokumaya imkân veriyordu. Kay mekiğ» ismini alan bu âlet o kadar hızlı hareket ediyordu ki iplikhaneler ihtiyacı karşılayamaz hâle düşmüşlerdi. Bu sebeple Arkwright de bir büküm tezgâhı icat etti.


Oberkampf


Crlstophe Philippe Oberkampf Fransız sanayicisi ve mucidi, 1738’de Weissenbach’da (Almanya) doğdu, 1815’te Jouyen Josas’da (Fransa) öldü.


Avrupa’da ilk defa basma kumaş fabrikasını kurdu. Dokuma kumaşların nitelikleri, kumaşın yapıldığı elyafa, boyaya, dokumanın çeşidine göre değişir. Ancak, kâğıt üzerine olduğu gibi dokuma kumaşlar üzerine de baskı yapılır. Üzerlerine bu şekilde baskı yapılmış kumaşların en ünlüleri, ingilizlerin Hindistan’dan getirdikleri Hint kumaşlarıdır. Oberkampf kumaşa, üstüne boya sürül-müştbir merdane yardımıyla veya üzeri ItlnayİB oyulmuş büyük bakır levhalar aracılığıyla baskı yapmayı düşündü. 1757 yılında, Paris’in güneyindeki Jouy en Josas’da küçük bir fabrika kurdu. Jouy bezi o zamandan bu yana, dünya ölçüsünde ün kazandı. Bu başarısı üzerine Oberkampf, 1787 yılında Fransa kralı Louis XVi’dan soylu kişi olduğunu belirten bir belge aldı. 1806 yılında da Napoléon Bonaparte ona Légion d’honneur nişanını verdi.


Oehmichen


Fransız mühendisi,  1884’te Châlonssur Marne’da (Fransa) doğdu, 1955’te Paris’te öldü. Helikopterin ve düşey uçuşun öncüsü. Oehmichen, öğrenimini büyük başarıyla tamamladıktan sonra toplar ve tanklar Özerinde çalıştı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kendini, düŞey uçuş yapabilecek bir aracı gerçekleştirmeye verdi. Uzun süreden beri üzerinde çalışılmış olmasına rağmen helikopterin İlk tipleriyle Birinci Dünya Savaşı’na kadar tatmin edici denemeler yapılamamıştı. £tienne Oemichen, 1923 yılında, bir helikopterle 10 dakika kadar havada kalmayı başaran öncülerden biridir. Fransız mühendisi, bu uçuşu gerçekleştiren helikopterini Peugeot fabrikasında bulduğu, işe yaramaz diye bir kenara atılmış malzemelerden yararlanarak kendisi yapmıştı. 1924 yılında havacı, Doubs bölgesindeki Ar-bouans’da, bir kilometrelik bir kapalı dolaşımla ilk turunu yaptı. Oehmichen‘in mezarı, bu başarılı uçuşu yaptığı yerdedir.


 


 


 

7 Nisan 2016 Perşembe

Buldozer, Sondaj Kulesi ve Kuyu Delgisi

Buldozer


Buldozer, tırtıllı çelik şerit üzerinde yürüyen, güçlü bir araçtır, önüne yerleştirilmiş olan kürek biçiminde kalın çelik bir levha ile toprağı ya düzeltir ya da kazar,  Böylece birçok işçinin günlerce yapacağı işi tek başma,  hem de az bir zamanda yapar.   İş hayatında makineleşmenin ve teknik alandaki gelişmelerin sonucu, toprak kazmak ve düzeltmek alanında birçok yeni aracın ortaya çıkması sağlanmıştır. Bir kişi tarafından idare edilen bu dev araç, lar ya tırtıllı çelik şerit üzerinde ya da alçak basınçlı dev lastikler üzerinde yürürler. Toprak kazmakta kullanılan buldozerlerin ucu dişli kocaman kepçesi, önce toprağı kazar, sonra da kepçesine doldu-rarak istenilen tarafa götürüp bırakır. Bu gibi araçlar sayesinde yol yapımı, toprak kazılması ve bunlara benzer işler çok çabuk ve kolay yapılabilmektedir.


Sondaj Kulesi


Bir petrol kuyusu açmak ve toprağı delen matkabı çalıştırmak için çelik potrellerden piramit biçiminde kuleler kurulur. Bunlara sondaj kuleleri denir. Sonda kulelerinin çok çeşidi vardır. Yükseklikleri 35 – 70 metre arasında değişir. Toprağı yavaş yavaş delerek petrol taba, kasına boru uzatılmasına ve bu İşle ilgili âletlerin çalıştırılmasına yarar. Petrol parkurundan çok zengin olan yerlerde bu sondaj kuleleri o kadar çoktur ki buraları, göz alabildiğine uzanan bir çelik kule ormanına benzetilebilir. Bazı sondaj kuleleriyse suların diplerinden petrol çıkartılmasını sağlamak için göl ve körfezlerin üzerindeki suni adaların üzerinde kurulmuştur.


Kuyu Delgisi


Kuyu delgisi, toprağı ve kayaları bile delebilecek güçte, çok sert bir çelikten yapılmış bir büyük delgidir. Toprağın yüzlerce, binlerce metre derinliğine inerek petrol kuyuları açmaya yarar.


Petrol kuyusu açmakta kullanılan delgilerin uçları, özel bir çelikten yapılmış, taç biçiminde dişler hâllndedtr. Bu sayede en sert kayaları bile dağıtıp ufalayabilirler. Uçuca vidalanarak ardarda aşağıya indirilen borular, delgiyi, yukarıdaki motora bağlar. Bu borular hem delgi ucunun yağlanmasına, hem de toplanan toprak ve taş parçalarının boşaltılmasına yararlar. Kuyu açma delgisinden başka marangozlukta tahtaların, duvarların ve tıpta kafa kemiklerinin delinmesinde kullanılan delgiler de vardır. Ancak bu delgilerin boyları ve yapıları, kullanıldıkları yere göre değişir.


 

2 Nisan 2016 Cumartesi

İnsan Sever Ünlü Akademisyenler

Valentin Haüy


Fransız eğitimcisi ve insan severi. 1745’te Saint-Just-en-Chaussée (Fransa) doğdu, 1822’de Paris’te öldü.


Körler için kabartma harfler icad etti. Sağır dilsizler gibi körler de, içinde bulundukları acıklı durumdan ancak uzman eğitimciler yardımıyla kurtulmaya çalışmak zorundaydılar. Epée Rahibi Charles Michel sağır ve dilsizlerden yardımını esirgememiş. Eğitimci Valentin Haüy İse kendini I körlerle ilgilenmeye adamıştır. Paris’te 1784 yılında Genç Körler Enstitüsü’nü kuran n Valentin Haüy ayrıca körlerin okumasını sağlayacak kabartma harfleri icat etmiştir. H Daha sonra da Essai sur l’Éducation des Aveugles (Körlerin Eğitimi Üstüne Deneme) adlı bir eser yazmış ve bunu öğrencilerine bastırmıştır. Bu insanseverin ayrıca Rusya ve Prusya’da da Fransa’dakine benzeyen birçok körler enstitüsünün kurulmasında hizmetleri geçmiştir. Daha sonra körlerin okuma ve yazma metotlarını kör Mucit Braille geliştirmiştir.


Horace Wells


Amerikalı diş hekimi.1815’te Hartford’da (Amerika Birleşik Devletleri) doğdu, 1848-de New York’ta öldü.


Cerrahî anestezi tekniğini icat etti. Bir diş hekiminin çalışmasını engelleyen en büyük zorluk, hastasının acı çekmesidir. Eskiden hekim geçinen bazı kimseler, hastanın çürük dişini çekmeden Önce onu bir süre eğlendirmeye çalışır, sonra da dişini birdenbire çekiverirlerdi. 1844 yılıydı. Wells bir gün tiyatroya gitmişti. Sahnede azot protoksit’ten başka şey olmayan bir gazın güldürücü niteliklerini göstermek amacıyla gülünç bir gösteri düzenlenmişti. Orada bulunan bir dostu, bu gazı teneffüs etmiş ve kahkahalarla gülmeye başlamıştı. O kadar kİ gülerken etraftaki mobilyalara çarparak yaralanmış yine de gülmesi kesilmemişti.


Bunu gören Wells, hemen ertesi gün bir miktar azot protoksit koklayıp dişini çektirmek üzere doğruca bir dişçiye koştu. Wells ameliyat sırasında en ufak bir acı bile duymadığını fark etti. Böylece de cerrahî anestezi doğmuş oldu.


Elene Theophile Hyacinthe Laennec


Fransız hekimi,1781’de Quimper’de (Fransa) doğdu, 1826’da Douamenez’de (Fransa) öldü.


Stetoskopla vücudu dinleme usulünü keşfetti. Günümüzün doktoru hastasının vücudunu, özellikle ciğerlerini önce stetoskop denen âletiyle dinler. Biçimi bugün il|j şeklinden çok farklı olan bu âlet, ilk defa Laennec tarafından bir rastlantı sonucu icadedilmiştir. Doktor günün birinde kulağını uzun bir kalasa dayamış çocuklarla oynarken, kalasın öbür ucunun bir toplu iğneyle kazındığını fark etmişti; hatta bu hafif gürültü ona çok net ve çok kuvvetliymiş gibi geldi. Hasta haneye dönünce bir defteri rulo yaparak İyice sıkıştırıp bir silindir hâline getirdi. Silindirin bir ucuna kendi kulağını yaklaştırıp öteki ucunu da bir hastasının vücuduna dayayarak onun kalbini ve ciğerlerini dinledi; işte o zaman Laennec, organizmanın çıkardığı sesleri rahatlıkla duyduğunu fark etti. 1815 yılından itibaren de İlk tahta stetos-koplar kullanılmaya başlandı.


 

1 Nisan 2016 Cuma

Enver Paşa, Abraham Darby ve Gustave Eiffel Kimdir?

Enver Pasa


Türk generali ve devlet adamı Enver Paşa, 1881’de İstanbul’da doğdu, 1922’de Belhcivan’da (Tacikistan) öldü. İttihat ve Terakki Cemiyetinin en faal üyesidir.


Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesine sebep oldu. 1902‘de Harp Akademisi’nden kurmay yüzbaşı rütbesiyle mezun olan Enver Bey, Makedonya’ya gönderilmiş ve burada komiteci ve eşkıya ile çarpışmıştı. 1907’de ittihat ve Terakki Cemiyetl’ne katılan Binbaşı Enver, istibdat idaresine karşıydı. II. Abdülhamit’e 1908 Meşrutiyetini kabul ve ilân ettirmek amacıyla genç subaylarla dağa çıkmıştı. Meşrutiyetin ilânından sonra yıllarca Hürriyet Kahramanı olarak anılan Enver Beyin ünü, bütün ülkeye yayılmış, hatta kalpağı ve bıyığı halk arasında moda olmuştu. 1914’te Harbiye Nazırlığına getirilen Enver Paşa Birinci Dünya Savaşı çıkınca, büyük bir sorumsuzlukla Türkiye’yi Almanların yanında savaşa sokmuştur. Savaştan sonra da Almanya’ya kaçan Enver Paşa, oradan Rusya’ya, daha sonra da Türkistan’a geçmişti. Orada bir Türk devleti kurmak istedi ama Ruslarla çarpışırken öldü.


Darby III


Abraham Darby III. İngiliz demirci ustasıdır. XVIII. Yüzyılda Galler Ülkesinde (Büyük Britanya) yaşadı. Avrupa’da dünyanın ilk büyük madenî köprüsünü inşa etti ve hizmete açtı.


İngiltere’yi dolaşan turistler, Severn nehrinin iki yakasını birleştiren 30 metrelik büyük madenî köprüye pek dikkat etmezler. Hâlbuki bu köprü, Fransız mühendisi Eiffel ve diğer cüretli mühendisler tarafından, birçok uçurum, vâdi ve boğaza kurulan sayısız köprünün atasıdır. Ironbridge (Demir köprü) adı verilen bu köprünün dökme demirden putreller, 1779 yılında demirci ustası Abraham Darby lll’ün yönetimindeki Darby’ler Dökümevi’nde hazırlanmıştır. Darby III, bu köprünün yapımı süresince canla başla çalışmış ve hiçbir masraftan kaçınmamıştır. Kuvvetli ayaklar üzerine oturtulan ve demir İskeleti son derece dayanıklı olan bu köprü, iki yüz yıla yakın bir zamandan beri hâlâ ilk günkü sağlamlığını muhafaza etmekte ve hiçbir yıpranmışlık belirtisi göstermemektedir.


Eiffel


Gustave Eiffel Fransız mühendisidir. 1832’de Dijon’da (Fransa) doğdu, 1923’te Paris’te öldü. Demir inşaatı çalışmalarıyla ün kazandı.


Paris’teki Eiffel kulesini yaptı. Paris şehrinin sembolü Eiffel kulesiyle adını bütün dünyaya duyuran Gustave Eiffel, Fransa’da ve dünyada, yapımı oldukça güç, çok sayıda madenî köprüyü gerçekleştirmiştir. Eiffel, o zamana kadar yapılan çok ayaklı köprüleri sakıncalı buluyordu. Çünkü bu tür köprülerin ara ayakları ya kaygan topraklar üzerine oturtulur ya da kuvvetli akıntılara maruz kalırdı. «Demir Sihirbazı» mühendisin amacı, üzerinde köprü kurulacak vadinin derinliği ve genişliği ne olursa olsun, bu vadiyi tek bir kemerle aşmaktı. Fransa’da, yapımı 1885 yılında tamamlanan Gabarit köprüsü bu tür köprülerin en göze çarpanıdır. Kemerinin iki ayağı arasındaki uzaklık 165 metreyi bulan bu köprü, Roma’daki San Pietro kilisesi, Paris’teki Notre-Dame katedrali ve Zafer Tâki yan yana gelseler, üzerlerinden kolaylıkla aşabilirdi.


 

27 Mart 2016 Pazar

Hokusay, Van Eyck ve Michelangelo’nun Hayatları

Hokusay


Katsuşika Hokusay, Japon desinatörü ve gravürcüsüdür. 1760’da Tokyo’da doğdu, 1849’da aynı yerde öldı 30 000’den fazla eseri vardır.


Eserlerinde 60’dan fazla takma ad kullandı. Katsuşika Hokusay, Japonya’da devrinin en İleri gelen ressam ve süslemecilerinden biriydi. Sanatçı yaptığı desen, gravür ve tablolarında son derece çeşitli konulara yer vermiştir: Manzaralar, davranışlar, kıyafetler, gelenekler, çalışanların yaşayışı, tarih v.d. Sanatçı, ayrıca insan, hayvan ve çiçekler üzerine incelemeler yapmıştır. Eserlerine «Şunro», «Sori», «Hişivka» gibi imzalar atan Hokusay’ın 60’tan fazla takma adı vardır. Bunların en ilgi çekicisi, «Resjm delisi» anlamına gelen «Guakyocin» dir. Hokusay başlıca eserlerini albümler hâlinde yayımlamıştır. Japonların kutsal saydıkları Fuji-Ya-ma dağı eserlerinde önemli bir yer tutar. Sanatçının çok canlı ve eğlenceli olan desenleri, Caran d’Ache’ın karikatürleri ve diğer birçok usta sanatçının eserleriyle boy ölçüşebilir.


Van Eyck


Jan Van Eyck, Flaman ressamı. 1390’a doğru Maaseik’te (Belçika) doğdu, 1441’de Bruges’de (Belçika) öldü.


Yağlıboya resmi icat etti. Flaman resminin büyük ustası Jan Van Eyck, boyaları inceltmede ilk defa keten yağından yararlanarak, resim tekniğini geliştirmiştir. XV. Yüzyıla kadar ressamlar tablolarını yaparken suluboya, tebeşir ve toz hâlinde toprak boyalar (tempera tekniği) kul-, tanırlardı. Ayrıca eserlerinin uzun süre bozulmaması ve dayanıklı olması için çoğu zaman ya fresk ya da mumlu boya tekniğine başvururlardı. Flaman resim okulunun kurucusu olan Jan Van Eyck, yeni bir usul ortaya çıkarmıştır: Buna göre boya, su ile değil de yağ ile karıştırılıyor ve bu yüzden de hem daha yavaş kuruyor, hem de uzun süre parlaklığını muhafaza ediyordu. O devrin Avrupalı ressamları Jan Van Eyck’in icat ettiği bu yeni tekniği çok beğenip çabucak benimseyerek kısa zamanda eserlerinde uygulamaya başlamıştır. Daha sonra da yağlıboya bütün dünyaya yayılmıştır.


Michelangelo


Michelangelo Buonarroti, Mikelanj da denir. İtalyan ressamı, heykeltıraşı, mimarı ve şairi. 1475’te Capresse’de (İtalya) doğdu, 1564’te Roma’da öldü.


Sanat dünyasını her devirde etkileyen en büyük sanatçılardan biridir. Michelangelo çok genç yaşta, Floransa’daki Muhteşem Lorenzo’nun sarayında, maaşlı sanatçılar arasına katılmıştı. Bu eşsiz sanatçının hepsi de başlı başına birer şaheser olan yapıtları arasında en tanınmışları Roma’daki Sistina kilisesinin tavanını süsleyen freskler, yine aynı kilisenin sunak duvarında yer alan «Mahşer« adlı fresk ile «Pieta». «Esirler», «Davud», «Musa» gibi heykeller ve Roma’daki San Pietro katedralinin kubbe maketidir. Çağdaşları, hayran oldukları Michelangelo’nun değerini pek İyi bilirlerdi. Ama Michelangelo, huysuzluğuyla herkesi yıldırmıştı. Bu öfkeli ve asık yüzlü sanatçı, şaheserler yaratmak için ölesiye çalışırdı. 1588’de Roma’da, San Pietro katedralinin kubbesi bütün haşmetiyle gökyüzüne yükseliyordu ama Michelangelo kendi eseri olan bu muhteşem yapının tamamlandığını göremeden ölmüştü.


 

25 Mart 2016 Cuma

Bu Hayatları Biliyor Muydunuz?

Elisabeth I.


İngiltere ve İrlanda kraliçesi, Kari V veya Şartken. İspanya kralı ve Roma – Cermen İmparatorluğunun hükümdarı 1500’de Gand’da (Belçika) doğdu, 1558’de Yuste’de (İspanya) öldü. Fransa kralı François I, bu amansız hasmıyla başa çıkamayıp Kanuni’den yardım istedi.


Kari V, «üstünde güneşin batmadığı» söylenen geniş bir imparatorluğa sahipti. Elde ettiği yerler, Fransa’yı tehlikeli bir şekilde çevreliyordu. Bu da, Fransa kralı François I ile Kari V arasında bitmez tükenmez savaşlara yol açtı. Bu arada François I, Kari V’e karşı Kanunî Sultan Süleyman’dan yardım istedi. Kanunî de 1526 seferine çıkıp Transilvanya ve Macaristan’ı aldı. Fransa kralının müttefiklerinden biri olan Papa elemente VII korkunç bir felâketle karşılaştı: Kari V’in orduları, Roma’yı işgal etti: yağma ederek yakıp yıkarak hastanelerdeki hastaları bile öldürerek şehri mahvettiler. Gece, alevler İçindeki binalarla gökyüzü kırmızıya boyanmıştı. Bu katliamı önlemek için Papa teslim olmak zorunda kaldı ve Sant’Angelo şatosundaki Hadrianus kulesine hapsedildi.


Özdemiroğlu Osman Paşa


III. Murat devrinin ünlü sadrazamı ve başkomutanı, 1526’da Mısır’da doğdu, 1585’de Tebriz’de öldü.


Osmanlı tarihinin cesareti ve kahramanlığı ile ün yapmış, heybetli kişilerinden biridir. Habeş ve Yemen fatihi Özdemir Paşa’nın oğlu Osman’ın altı yaşına kadar konuşamadığı dilinin bu yaşta açıldığı ve pek az konuşan bir kişi olduğu söylenir, Özdemiroğlu Osman. Kanuni tarafından Habeş Beylerbeyliğine getirildikten sonra Yemen’deki ayaklanmayı bastırmaya gönderildi. 1571’de Mısır Valisi, üç yıl sonra Diyarbakır Valisi oldu. Lala Mustafa Paşa, başkomutan olarak İran’a gönderildiği zaman, Osman Paşa da onunla beraber gitti ve bu seferde On kazandı. Dağıstan tarafında birçok yer ve 17 kale alarak Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarını Hazer denizine kadar genişletti. Halk arasında bir masal kahramanı gibi anılmaya başlandı. İstanbul’a dönünce başarılarından pek memnun kalan Murat, onu 1584 yılında sadrâzam yaptı. Özdemiroğlu bir ay sonra ikinci defa çıktığı doğu seferinde öldü.


Sokullu Mehmet Paşa


Ünlü Osmanlı devlet adamı, 1506’da Sokoloviç’te (Bosna civan) doğdu, 1579’da İstanbul’da öldürüldü.


On üç yıl başarıyla sadrazamlık yaptı. Devşirme olarak İstanbul’a getirilen Sokullu Mehmet, sarayda Türk – İslam kültürüyle yetişmişti. Burada Kanuni’nin dikkatini çekerek hızla yükseldi. Sırasıyla sancakbeyi beylerbeyi, vezir, 1565’te de sadrazam oldu ve ölümüne kadar iktidarda kaldı. Kanunî Süleyman hastalanınca, orduyu Zigetvar kuşatmasında o yönetti ve ordunun bozulmaması için Padişahın ölümünü askerden gizledi. II. Selim’in bir olay olmadan tahta çıkmasını sağladı. Sudan’ı ve Kıbrıs’ı alarak Osmanlı Devleti’nin Akdeniz egemenliğini kuvvetlendirdi, inebahtı’da, Venediklilerin donanmayı yakmasına rağmen. Kılıç Ali Paşa’mn da yardımıyla bir kış süresinde yeni bir donanma yaptı. Gerçekleştiremediği ünlü bir tasarısı vardır: Don ve Volga nehirleri arasında bir kanal açarak Orta Asya’ya donanma ve asker göndermek.


 


 

22 Mart 2016 Salı

Adını Duymadığınız Zamanında Ün Kazanmış Sanatçılar

Demosthenes


Yunanlı hatip ve siyaset adamı, M.Ö. 384’de Atina’da (Yunanistan) doğdu, M.Ö. 322’de Kalaureia adasında (Yunanistan) öldü.


Etkileyici ve güzel konuşmasıyla ün yaptı. Eski Çağın en büyük hatibi sayılan Demosthenes. Atina’da toplanan meclislerde sık sık söz alarak Atina’lıları Makedonya kralı Philippos’a karşı kışkırtmaya çalışırdı. Onun bu amaçla hazırlayıp verdiği söylevler Philippikoi adını taşır ve çok ünlüdür. Söz söyleme sanatında bu eşine az rastlanır ustalığa erişebilmek için büyük hatip, gençliğinde yıllarca, kalabalık karşısında rahatlıkla konuşabilene denemeleri yapmış, sabırla çalışmıştır. Hastalıklı bir çocukluk devresi geçirmiş olan Demosthenes söylentiye göre kekemeydi. Ama o, bu kusurunu giderebilmek için ağzına çakıl taşları koyup sahilde dalgaların gürültüsünü bastıracak kadar yüksek sesle mısralar okur, ayrıca nefesini kuvvetlendirmek için de hem koşar, hem de kendi kendine söylevler verirmiş.


Phidias


Eski Yunan sanatçısı ve heykeltıraşı, M.Ö. 490 ile 431 yılları arasında yaşadı. Dünyanm en ünlü heykeltraşlarından biri. Parthenon tapınağının frizlerini o yapmıştır.


Phidias’ın eserlerinin çoğu, ne yazık ki ya tahrip edilmiş ya da kaybolmuştur. Meselâ on metreden fazla olan, som altından ve fildişinden bfr Zeus heykelini gerçekleştirdiği bilinir. Ama onu üne kavuşturan asıl eserleri, Atina Akropolis’indeki Parthenon tapmağı için yaptığı frizlerdir. Perikles’in isteği üzerine sanatçı, Parthenon tapınağını bu ünlü şaheseri daha’ da güzelleştirmiştir. Phidias’ın yaptığı frizlerin parçaları bugün Atina, Londra ve Louvre müzelerinde sergilenmektedir. Hayatının son yıllarında Phidias, kıskanç düşmanları tarafından, Parthenon tapınağının en değerli eseri olan Athena heykelinin üzerindeki fildişi ve altınları çalmakla suçlandırıldı ve hapse atıldı. Phidias, hapisten Perikles sayesinde kurtulduktan sonra sürgüne gönderilmiş ve orada ölmüştür.


Publius Vergilius Maro


Lâtin şairi, M.3. 70’te Mantova (İtalya) yakınlarında doğdu, M.Ö. 19’da Brindisi’de (İtalya) öldü.


Eserleriyle Lâtin ve Batı edebiyatlarını büyük ölçüde etkiledi. Vergilius, daha hayattayken, Georglca adlı eseriyle büyük bir One kavuşmuştu. Şair, İtalya kırlarının güzelliğini dile getiren bu eseri, ancak yedi yılda tamamlayabilmişti. Bir gün İmparator Augustus kendisine adanmak üzere şairden Yunan tarzında uzun bir şiir yazmasını istedi Vergilius da İmparatorun atası sayılan Aeneas’ın hikâyesini anlatmayı uygun buldu. Şair eseri üzerinde tam on yıl çalıştı; hatta daha fazla ilham alabilmek İçin Yunanistan’a bile gitti. Bu destan – şiir uzun çalışmalardan sonra bitmişti. Ama Vergilius eserini beğenmediği ve yetersiz bulduğu İçin yakmak istedi. Çünkü destan üzerinde en az üç yıl daha çalışması gerektiğine inanıyordu. Neyse kİ dostları, el yazmalarını kurtardılar. Bu sayede önce Roma, sonra da bütün dünya Aeneas’ı zevkle okudu.


 


 


 

17 Mart 2016 Perşembe

Havacı Denizci Bizden Yarışçı İngilizlerden

Malcolm Campbell


İngiliz otomobil yarışçısıdır. 1885’te Kelwinning’de (Büyük Britanya) doğdu, 1948’de Reigate’de (Büyük Britanya) öldü.


Uzun süre dünya sürat rekorlarım elinde tuttu. Maicolm Campbell, 1923’te, otomobille dünya sürat rekorunu kırdı: Yarışçı, bir kilometrelik mesafede, saatte 220 kilometreyi bulan bir hıza ulaşmıştı. Bu rekor o zaman için büyük bir başarı sayılır; çünkü 1920’lerin turizm arabaları saatte ancak 60-65 kilometre yapabiliyorlardı. 1931‘de Sir unvanıyla mükâfatlandırılan Campbell daha sonra kendi rekorlarını kendisi kırmaya çalışarak, başarılarına yenilerini ekledi. Amerika’daki Büyük Tuz gölü çevresinde kıyı boyuna çizilen kara bir çizgiyi izleyerek antrenmanlar yapan ünlü yarışçı, 1935’de benzinle çalışan Blue Bird (Mavi Kuş) adlı otomobiliyle saatte 500 kilometreye yakın hız yaparak, ulaşılması ve inanılması çok güç bir rekor daha kırdı. Sonradan deniz motoru yarışlarına da merak saran Sir Malcolm Campbell, bir yarış sırasında hayatını kaybetti.


Sadun Boro


Türk Denizcisi, 1928’de İstanbul’da doğdu. Kısmet adlı teknesiyle bir dünya turu yaptı. Anılarını Pupa Yelken adlı eserinde anlattı.


Manchester Üniversitesinden mezun olan Sadun Boro, 1952’de İngiltere’den başlayıp Karayip adalarında son bulan bir yolculuk yapmıştı. Daha sonra İkinci bir dünya turunu gerçekleştirmek üzere Kısmet adlı teknesiyle 22 Ağustos 1965’te İstanbul’dan hareket ederek Marmara, Ege ve Akdeniz’den geçip Cebelitarık’tan Atlas Okyanusuna açıldı. Kanarya adaları, Panama, Güney Pasifik adaları, Yeni Gine, Endonezya adaları ve Singapur’a uğrayan Sadun Boro’ya bu yolculuğunda karısı Oda Boro eşlik ediyordu. Denizci çift, yanlarına bir de Miço adlı kedilerini almışlardı. Dönüşte Süveyş kanalının kapalı olduğunu gören Sadun Boro, Kısmet Aşdod limanına kadar karadan taşımak zorunda kaldı. 15 Haziran 1968’de İstanbul’a dönen Boro, burada büyük bir heyecanla karşılandı. Denizci, gezi anılarını Pupa Yelken adlı eserinde topladı.


Tayyareci Fethi Bey


1891’de İstanbul’da doğdu, 1913’te Taberiye’de öldü, ilk Türk havacılarından. İstanbul’dan Şam’a kadar uzanan tehlikeli bir hava yolculuğu yaptı.


Havacılıkla ilgili çalışmalar yapmak üzere İngiltere’ye giden Fethi Bey, yurda döndükten sonra pilotluğa başladı. 1913’te Dancourt adında bir Fransız havacısı Kahire’ye uçuyordu. Ama uçağı yarı yolda düşüp parçalanınca bu seyahatin Türkler tarafından tamamlanması düşünüldü. Fethi Bey ve Nuri Bey bu görevi üzerlerine aldılar. Fethi Bey ve yardımcısı Sâdık Bey. Muaveneti Milliye, Nuri Bey ve yardımcısı da Prens Celâlettin adlı uçaklarıyla yola çıktılar. Hava şartları çok kötüydü. Bu yüzden Nuri Bey seyahatini yarıda bırakarak geri döndü. Fethi ve Sâdık Beyler ise Şam’a kadar uçtular. Burada birkaç yere daha uğradıktan sonra yollarına devam eden havacıların uçağı bilinmeyen bir sebepten Taberiye’de düştü. Bu olay yurtta büyük üzüntü yarattı. İstanbul’da bu iki hava şehidinin adına kırık sütunlu bir anıt dikildi.


 

16 Mart 2016 Çarşamba

Duyulmamış Bilgileri Gün Yüzüne Çıkaran Makale

Cro-Magnon İnsanı


Cro-Magnon insanı, 1868’de Fransa’da bulunan insan fosilidir. M.Ö. 60.000 ile 10.000 yılları arasında yaşadığı sanılmaktadır. Beyaz ırkın atalarından, Taşı, boynuzu ve kemiği işlemesini bilirdi.


Cro-Magnon insanı» adı bu tip insan fosilinin ilk bulunduğu yerin adından gelmektedir: Cro-Magnon, Fransa’da, Dordogne idare bölgesinde bir yerleşme alanıdır. Bu bölgedeki bir mağarada ilk defa 1868’de bir ergin erkek, iki ergin kadın ve bir çocuğa ait olan kemikler bulunmuştur. İskeletlerin düzenli bir şekilde durmasından, beyaz ırkın atası olan bu insanların ölülerini gömdükleri anlaşılmaktadır. Ayrıca Cro Mag-non insanları taşı, boynuzu ve kemiği işlemeyi çok iyi bilirler, hattâ birtakım sanat eserleri bile yaparlardı. Bunlar arasında sihirli anlamlar taşıyan heykel ve resimler de vardır. Bu uzun boylu ve zekî insanlar da bizler gibi Homo sapiens (akıllı adam) türündendir. Hâlbuki eski çağların Neandertal insanı ile daha da eski devirlerde yaşamış Pekin insanı insanoğlunun birer taslağından ibarettir.


IV. Sülâleden Mısır firavunu


M.Ö. 2600 yıllarında yaşadı. Gize’de kendi adıyla anılan dev piramidi yaptırdı ve bu sayede ölümsüzleşti.


Keops piramidi yapılışından tam 4 400 yıl sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde Amerikalılar tarafından Grand Coulée barajı inşa edilinceye kadar insanoğlunun gerçekleştirdiği en büyük ve en heybetli eser sayılıyordu. Keops piramidinin yapılışında, bir yıl boyunca 100.000 Mısır’lı ve köle çalışmıştır Bu insanlar her yıl, Nil’ln tarıma elverişsiz olan taşma zamanlarında bir araya gelip bu dev eseri gerçekleştirmişlerdi. Yüksekliği 146 metre (bugünkü yüksekliği 128 metredir) ve tabanı 233 metre (bugün 227 metredir) olan bu büyük anıt-mezar, herbiri ikişer veya üçer tonluk 200.000 ağır taştan meydana getirilmiştir. Bu dev eserin dünyanın yedi hârikasından biri sayılması ve yirmi üç yıl saltanat süren Keops’un Tutanhamon’la beraber adı en çok bilinen firavun olması da bu yüzdendir.


Agamemnon


Süleyman Salamon veya Şelomoh da denir. İsrailoğullarının ünlü hükümdarı, İsrail’de doğdu ve öldü.


M.Ö. 970 ile 931 arasında hüküm sürdü. Kudüs’ü başkent yaptı ve orada bir tapmak inşa ettirdi. Davud peygamberin oğlu Süleyman’ın ataları Yahuda kabilesine dayanır. Büyük bir hükümdar olan Süleyman, ülkesine barış ve huzur getirdi. Kudüs’te de muhteşem bir tapınak yaptırdı. Zamanla bu tapınak yıkılmış, ama yahudilerin, bu tapınağın kalıntılarının bulunduğu yere gelip Kudüs’ün yıkılışını anarak dua edip ağlamaları gelenek hâlini almıştır. Süleyman, adaletseverllğiyle dillere destan olmuştur. Bir gün kendisine aynı bebeği paylaşamayan İki kadın başvurur. Her ikisi de bebeğin annesi olduğunu ileri sürer. Bunun üzerine Süleyman, bebeğin ikiye bölünüp iki kadın arasında pay edilmesini emreder.


 

15 Mart 2016 Salı

Bilinen Bilgileri Alt Üst Edip Tarih Değiştiren İnsanlar

Kepler


Johannes Kepler Alman astronomu, 1571’de Weil’da (Almanya) doğdu, 1630’da Regensburg’da (Almanya) öldü.


Gezegenlerin hareketleriyle ilgili kanunları ortaya attı. Kepler, ilâhiyat bilimiyle meşgul oluyor, bu alanda incelemeler yapıyordu. Fakat bir süre sonra astronomiyle uğraşmak için büyük bir istek duyan ve Kopernik’e karşı sonsuz bir hayranlık besleyen bu genç adam, kendini tamamen yıldızlar üzerinde ilgi çekici araştırmalara verdi. Gitgide daha da büyüyen şöhreti, Prag’da bulunan Dani-marka’lı astronom Tycho Brahe kadar geldi; o da Kepler’i, kendisine asistan olması için yanına çağırdı. Kepler, hocasının ölümünden sonra onun araştırmalarına devam etti. Fakat kalabalık bir aile reisi olan ve hep para sıkıntısı çeken Kepler, geçinebilmek için yıldız falına bakarak para kazanmak zorunda da kaldı. Geçim zorluklarına, devrinde kullanmak zorunda olduğu gözlem araçlarının yetersizliğine rağmen bu dâhi astronom, gezegenlerin hareketlerini yöneten temel kanunları ortaya attı.


Verrier


Urbain Le Verrier Fransız astronomu, 1811’de Saint-Lö’da (Fransa) doğdu, 1877’de Paris’te öldü. Güneşten uzaklık derecesine göre sekizinci gezegen olan «Neptün» ün varlığını, hesapla buldu.


Güneş’in çevresinde dönen gezegenler olarak Merkür, Venüs, Jüpiter’i, Plüton, Mars, Satürn, Uranüs, Neptün ve… Yer’i biliyoruz. 1845 yılında fransız astronomları, Uranüs gezegeninin çizdiği yörünge üzerinde, düzensiz bir hareket görerek bunu açıklayamamışlar ve şaşırmışlardı. Le Verrier İse Uranüs’ün o zamana kadar bilinmeyen bir gezegenin çekim alanına girdiği şeklinde bir düşünceden hareket ederek bu esrarı aydınlatmaya karar verdi. Astronom, yaptığı hesaplarla bu bilinmeyen gezegenin çizdiği yörüngeyi tespit etmeye çalıştı. Gezegenin bulunabileceği yeri tahmin ettikten sonra astronomlardan dürbünlerini bu yöne çevirmelerini istedi. Nihayet 1846 yılında İnsanlar Neptün’ü ilk defa gördüler. 1930 yılında da Le Verrler’nin gösterdiği yolu izleyen Amerikalı Lovvell, yaptığı hesaplarla Plüton’u buldu.


Fahrenheit


Daniel Gabriel Fahrenheit Alman fizikçisi ve mucidi, 1686’da Danzig’de (Polonya) doğdu, 1736’da La Haye’de (Hollanda) öldü.


İlk civalı termometreyi icat etti. Danzig’li bir tüccarın oğlu olan Fahrenheit, alkollü termometreler, aerometreler ve diğer fizik araçlarım yapıp satarak para kazanıyordu. Bilgilerini lamamlamak için fizi-ğe’çalışmıştı ve hattâ gerçekleştirdiği âletlerin modellerini yapmak İçin cam üflemeyi de öğrenmişti. Daha sonra Fahrenheit, kendi adını taşıyan dereceleme sistemi yardımıyla göstergeleri karşılaştırılabilcn termometreler yaptı. Fahrenheit derecesi Büyük Britanya’da öteden beri kullanılmaktadır. Bizim kullandığımız Celsius derecesinde (0) santigrat derece, 32 Fahrenheit derecesinin karşılığıdır. Bu nedenle Fahrenheit derecesi gölgede 86’yı gösterdiği zaman sakın telâşa kapılmayın! Zira bu, bizim kullandığımız termometreye göre 30 derece bir sıcaklıktır. Fahrenhelt’ı, santigrat’a çevirmek için fahrenheit rakamından 32 çıkartılır, kalan 5/9 ile çarpılır.


 

14 Mart 2016 Pazartesi

Döneminden Günümüze Ün Kazanmış Üç Türk Sanatçının Hayatı

Nedim


Ahmed Nedim, Lâle Devrinin en büyük şairidir. 1681’de İstanbul’da doğdu, 1730’da aynı yerde öldü.


Türk edebiyatında mahallîleşme cereyanı denilen edebî bir çığırın önderidir. Öğrenimini medresede yaptıktan sonra kadı olan Nedim, boş zamanlarında şiir yazardı. Bu yönüyle Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın dikkatini çekmiş ve Lâle Devrinin en ünlü çehrelerinden biri olmuştur. Şiirlerinde Lâle Devri İstanbul’unun hareketli ve renkli hayatını dile getirmiş, Saadâbâd eğlencelerini, gül ve lâle bahçelerini ve bu bahçelerdeki selvi boylu sevgililerin güzelliklerini herkesin anlayabileceği sade ve ahenkli bir İstanbul Türkçesiyle anlatmıştır. Arapça ve Farsçayı İyi bilen Nedim’in şiirlerini topladığı Divân’ında Türkçe gazellerinin ve başarılı şarkılarının yanı sıra Farsça şiirleri ve Çağatayca bir gazeli yer alır. Lâle Devri’nin bu ince ruhlu sanatçısı. Patrona Halil isyanı sırasında cânilerden kaçmak İçin damdan dama atlarken yere düşerek ölmüştür.


Karacaoğlan


Ünlü Türk halk şairlerinden bir tanesidir. 1606’da Kozan’da veya Adana’nın Fersak dolaylarında doğduğu sanılır, 1679’da öldü.


Anadolu’nun türlü yerlerini dolaşmış bir millî ozan. Karacaoğlan, halk edebiyatı şairlerinin en tanınmışlarından biridir. Asıl adı, memleketi, ne zaman ve nasıl yaşadığı kesin olarak bilinmez. Halkın, çok esmer olduğu için Karacaoğlan adını taktığı bu karayağız delikanlının bir de «Karakız* adlı sevgilisi vardı. Çok kimse onları çekemezdi. Bir gün Karacaoğlanı öldürmek istediler. Bunun üzerine Karacaoğlan bir elinde sazı düştü yollara. Gidiş o gidiş. Bir daha ne o yerlere döndü Karacaoğlan, ne de Karakız’ı gördü. Ama hayatı boyunca karşılaştığı her güzelde Karakız’ı gördü, koşma, türkü, mani ve güzellemelerinde hep onu çağırdı. Karacaoğlan tabiata âşıktı. Anadolu’nun birçok yerini, dolaştığı söylenir. Çok sâde bir dili vardı. Türk saz şiirinin en güzel örnekleri olan şiirleri bugün hâla bütün canlılığını korumaktadır.


Mimar Sinan


Mimar Sinan; Koca Sinan da denir. Osmanlı İmparatorluğu baş mimarıdır. 1490’da Kayseri’de doğdu, 1588’de İstanbul’da öldü. Türk mimarlık sanatının bu en büyük dâhisi, Osmanlı İmparatorluğunun her köşesini şaheserleriyle süsledi.


Sinan, 1512’de Kayseri’den İstanbul’a devşirme oğlanı olarak geldi ve Enderun’da eğitim gördü. Mesleğine dülgerlikle başlayan Sinan, önce ordu mimarı oldu. Bağdat Seferi sırasında Tatvan’da üç kadırga yaparak Osmanlı ordusunu karşı kıyıya geçirdi. 1538‘de 48 yaşında imparatorluk baş mimarlığına getirilen Sinan, bu tarihten ölümüne kadar geçen yarım yüzyıl içinde irili ufaklı 300’den fazla eser yaparak «Koca» lâkabını kazandı. Bu eserler arasında 81 cami, 50 mescit 55 medrese, 7 su kemeri, 8 köprü, 27 saray, 18 kervansaray, 6 hasta hane, 31 hamam, 26 türbe vardır. Mustafa Sar Çelebi «Tezkeret-ül Ebniye» adlı Mimar Sinan’ın yaptığı binalarla ilgili kitabında Şehzade camiini çıraklık, Süleymaniye’yi kalfalık, Selimiye’yi ustalık çağında yaptığını yazar. Büyük mimar, Süleymaniye camimin yanında küçük bir imza gibi yer alan mütevazı bir türbede yatmaktadır


 

11 Mart 2016 Cuma

Bulduğu İcatla Az Daha Hayatı Son Buluyordu

Antonio Stradivarius


Meşhur İtalyan keman yapımcısı, Ki44’e doğru Crémone’da (İtalya) doğdu, 1737’de öldü.


Dünyada mevcut en mükemmel kemanları yapmış ve bu kemanları çok taklit edilmiştir. Stradivarius, kemanın sesine daha büyük bir güç verebilmek İçin eski kaman modellerini değiştirmiştir. Bu alanda elde ettiği başarıdan dolayı, dünyanın en büyük kemancıları bir «stradivarius»a sahip olmak İsterler. Hâlen bu İsmi taşıyan ancak dört yUr kadar keman verdir. Bunlar, Crémone’dakl hârika keman yapımcısı Stradivarius tarafından yapılmışlardır. Bu kemanların üstün nitelikleri, biçimlerinden, bölümlerinin blrbtrlerlyle otan âhsnktsrlndsn vs syrıca yapıldıkları çam tahtasının cinsinden doğmaktadır. Kemanların üstüne sürülmüş olan ve devrimizde artık formülü bilinmeyen cliAnın da, bu kemanların verdiği sesin üstün kaliteai üzerinde çok etkisi ol. duğu kabul edilmektedir. Fakat bu kemanların erişilmez üstünlükleri, özellikle Stradı-veriue’un eşsiz kabiliyetinden İleri gelmektedir


Browning


John Moses Browning. Amerikalı silâh yapımcısı ve mucit,


1855’te Ogden’da (Amerika Birleşik Devletleri) doğdu, 1926’da Brüksel’de öldü. Kendi adını taşıyan otomatik tabancayı icat etti.


Browning, silâh yapımıyla uğraşan bir aileye mensuptu. Babası Amerika’da top fabrikatörüydü. Oğlu da ailenin geleneğine uyarak, bu alandaki maharet ve buluşlara devam etti. O zamanki namlu ağzından dolan tüfek, merminin hızını çok azaltıyordu. John Browning bunu önlemek için 1879’da namlu dibinden dolan bir tüfek, sonra Winchester’le birlikte hızla ateşlenebilen topu yaptı. 1896’da, Browning denen ve hızla ateşlenebilen, 7,65 mm İlk otomatik tabancayı icat etti. Bundan önceki toplu tabancalar, daha emniyetli olmakla beraber, daha yavaş doldurulablllyordu. Mucit, 1917’de suyla soğutulan ağır topu yaptı. 1897’de brövelerini Herstal küçük silâh fabrikalarına sattı ve bu fabrikaların müdürü oldu. Browning’ln bir süre yönettiği, Belçika Herstal silâh fabrikaları, o zamandan beri onun brövelerini kullanmaktadır.


Guillotin


Joseph Ignaca Guillotin, Fransız hekimi ve milletvekili, 1738’de Saintes’te (Fransa) doğdu, 1814’te Paris’te öldü. «Giyotin» demlen ve Fransa’da ölüm cezasına çarptırılanların başım kesmek için kullanılan aracı icadetti.


Fransız İhtilâlinin başlarında, Paris milletvekili seçilen Doktor Guillotin, bütün ölüm mahkûmlarının aynı şekilde idam edilmesini ve acılarının mümkün olduğu kadar kısa sürmesini istiyordu. O devirlerde, ölüm cezaları infazlarının bazan epey uzun sürdüğü ve mahkûmun uzun zaman acı çektiği bir gerçektir. Guillotin, tahtadan bir iskele üzerine yerleştirilmiş, iki dikmeden meydana gelen bir âlet tasarladı. Bu iki dikme arasına, üçgen biçiminde bir bıçak yerleştirilmişti. Mahkûmun boynu altta bulupan bir yuvaya sokuluyor ve bir düğmeye dokununca, bıçak hızla düşüp başı koparıyordu. Fransızlar, bu araca, doktorun itirazlarına rağmen, onun adını verdiler. Bu idam makinesini icadeden Doktor Guillotin’in Terreur devrinde tutuklandığını ve giyotinle öldürülmekten zor kurtulduğunu biliyor musunuz?


 


 

8 Mart 2016 Salı

Boykot Nerden Geliyor? Conte Kimdir? Pariste Ölen Dil Bilimci Kimdi?

Conté


Nicolas – Jacques Conté, Fransız mucidi ve kimyacısı, 1775’te Sées’de (Fransa) doğdu, 1805’te Paris’te öldü.


İlk sunî kurşun kalem içini buldu ve kurduğu bir fabrikada imal etti. Conté, güzel sanatlara da, bilime de meraklıydı, iyi resim yapardı. Birçok bilimsel keşfiyle olağanüstü bir buluş zekâsı olduğunu göstermişti. Ama ona asli ününü sağlayan, suni kurşun kalemi keşfetmesi oldu. Conté kurşun kalemleri, Napoléon’un İngiltere’ye karşı uyguladığı kıta ablukasının, Fransa’da yarattığı ilkel madde sıkıntısından doğmuştur. 1564 yılından beri kurşun kalemlerde, İngiliz Cumberland’ından gelen siyah bir maden filizi olan grafitten yapılma bir kalem içi kullanılıyordu. Alp dağlarında bulunan Fransız grafit yatakları zengin değildi. Conté, bu az miktardaki grafiti toz hâline getirmeyi ve kille karıştırmayı denedi. Bu şekilde yoğurularak sağlanan hamur, kalıba dökülüyor ve sert bir kalem ici elde edilmek isteniyorsa çok, aksi hâlde az pişiriliyor, sonra ağaç çubukların içine yerleştiriliyordu.


Pierre Larousse


Fransız gramercisi, dilbilimcisi ve yayımcısı, 1817’de Toucy’dç (Fransa) doğdu, 1875’te Paris’te öldü.


«Larousse» adı bugün Fransa’da «sözlük» kelimesiyle eşanlamda kullanılmaktadır. Pierre Larousse’un yönetiminde yayımlanan Grand Dıcttonnaire Üniversel du XIXe Siecle (xıx. Yüzyıl Büyük Evrensel Sözlüğü) 1866 yılından 1876 yılına kadar fasiküller hâlinde çıkmıştır. Pierre Larousse, zamanının bütün bilgilerini bir tek eserde toplamak suretiyle Dlderot ve d’Alembert’In fikirlerini yenilemek istemişti. Bu dev eser, Pierre Larousse ve kabiliyetli iş arkadaşlarının el birliğiyle gerçekleşmişti. Ne var ki Pierre Larousse, Balzac’ın eserlerinden de daha hacimli olan bu 25 000 sayfalık an: siklopedinin her sayfasını tek tek yazmış, okumuş ve bunlar üzerinde düzeltmeler yapmıştır. Sonunda bu ağır ve yorucu çalışma onu yıpratmış ve Pierre Larousse, son cildin piyasaya çıktığını göremeden ölmüştür. Ama Larousse mpessesesi bundan böyle olağanüstü bir işe başlamış ve Larousse adlı ölümsüzlüğe kavuşmuştur.


Boycott


Charles Cunningham Boycott veya Boycott (Boykot okunur). İngiliz subayı, 1832’de Burgh Saint Peters’da (Büyük Britanya) doğdu, 1897’de Flexton’da (Büyük Britanya) öldü.


Boykot kelimesi onun adından gelmedir. Sert ve müstebit ruhlu bir adam, emir ve nüfuzu altındaki kimselerin yaşamalarını İmkânsız değilse bile çekilmez £ir hâle getirirse, o kimseler ne yapabilirler? Zorba âmirlerini öldürürler mi? Yoksa kaçırarak rehine olarak mı tutarlar? İrlanda’daki Erne kontluğunun çiftçileri va köylüleri, o arazinin Boycott İsimli kâhyasına karşı, başka bir taktik kullandılar. Kâhyaya doğrudan doğruya saldırmak yerine, onun bütün hareketlerini. Bütün yaptığı İşleri engellemeye ve kendisini başarısızlığa uğratmaya uğraştılar. Bu şekilde onun yönetimini ve çalışmalarını İmkânsız hâle getirdiler. Yâni onun aldığı bütün kararları boykot ettiler. Söz konusu olaydan sonra «boykot» kelimesi, bir kişiye, bir kuruluşa, bir ülkeye batkı yapmak amacıyla onunla her türlü ilişkiyi kesme anlamında kullanılmaya başlandı ve günlük dile yerleşti.


 

6 Mart 2016 Pazar

Karbon, Karbokimya ve Yağ ile İlgili Bilgiler

Karbon


Karbon, oksijen ya da hidrojen gibi etrafımızı çeviren ve yaşamamızı sağlayan; vücudumuz, bitkiler, hava, şeker gibi pek çok maddenin bileşiminde yer alan bir cisimdir.


Etrafımızı çeviren cisimleri meydana getiren kimyasal elemanların arasında en bol olanı karbondur. Pek çok çeşitli şekilleri vardır: En saf hâline “elmas”, daha az safına “kömür”, kurşun kalemlerin içindekilere “grafit” denir. Grafit, aynı zamanda tıpkı makine yağı gibi, kaypaklaştırıcı olarak da kullanılır. Karbon başka cisimlerle de birleşerek pekçok maddenin bileşiminde, şeker, kök nişastası gibi kuvvetli besin maddeleri veren karbon hidratlarda, selülozda, petrolde, alkolde ve kireçli kayalarda, karbonik gaz ve karbon oksidi gibi yanıcı gazlar ihtiva eden havada yer alır.


Karbokimya


Kömür, sadece katı hâlde bulunan bir yakıt değildir. Aynı zamanda insana ham maddeler de verir. Kömürden, tarımda kullanılan sunî gübre, parfüm, kumaş, çamaşır suları, plastik ve daha pekçok madde yapılır. Kimyanın bu koluna da karbokimya denir.


Kömürden elde edilen meddeler, kök kömürünün damıtılması sırasında çıkan dört ana maddeden yapılır. Bu dört ana madde havagazı, uçucu benzol, ham katran ve koktur. Bu dört maddenin kimyasal ya da fiziksel yoldan işlenmesiyle çeşitli ilâçlar, endüstride kullanılan çok kuvvetli boya maddeleri, pek çok plâstik çeşidi, böcek öldürücü ilâçlar, sunî gübreler, vernik ve hatta patlayıcı maddeler bile elde edilir. Plastik maddelerden otomobil karo serlsi, çizme, esans gibi günlük hayatta her zaman karşılaşılan pek çok madde de yapılabilmektedir.


Yağ


Yağ, bitkilerden, hayvanlardan ya da petrol gibi madensel ürünlerden çıkartılır. Madensel yağlar, dişli çarkların sürtünmesini azaltmak için makinelerde kullanılır.


Yağlar; besin maddesi, makine yağı, kimyasal ham madde, koruyucu madde olarak pek çok alanda kullanılır. Bitkisel yağlar, meyvalardan ya da onların tohumlarından elde edilir. Bu bitkilerin başlıcaları; yerfıstığı, zeytin, ayçiçeği ya da yağ palmiyesidir. Bunlardan elde edilen yağlar ya besin maddesi olarak ya da sabunculukta kullanılır. Madensel yağlar ise ham petrolün damıtılmasıyla elde edilir: Makine yağları, katı yağlar bu çeşit yağlardır. Madeni yağlardan olan vazelin çok sif olduğu için eczacılıkta ve parfümcülükte kullanılır.


 

5 Mart 2016 Cumartesi

Damlataşlar, Bitki Örtüsü ve Vaha Hakkında İşe Yarar Bilgiler

Damlataşlar


Yer altındaki bazı mağaraların tavanlarından aşağıya doğru, taştan birtakım saçakların sarktığını görürüz. Bunlara “sarkıt” denir. Bunların bazıları, yerden yukarı doğru yükselen dikitlerle birleşerek taştan sütunlar meydana getirirler.


Sarkıt ve dikitler, topraktan süzülerek mağaralara damlayan suların İçindeki kireçlerin sertleşip taşlaşması sonucu meydana gelirler. Su, toprağın içinden geçerken kireci eritir. Sonra da mağaranın tavanından içeri sızar. Havanın ve ihtiva ettiği karbon dioksit gazının etkisiyle bir çökelek hâline gelir ve mağaranın tavanından aşağıya doğru sarkan bir saçak hâlinde şekillenir. Bu bir sarkıttır. Damlayan sular, sarkıtın altında yerden yukarıya doğru taştan bir başka sütunun yükselmesine sebep olur ki buna da dikit denir. Bunlar zamanla birleşerek taştan bir sütun meydana getirirler.


Bitki Örtüsü


Karaların üzerinde, denizlerin diplerinde biten bütün bitkiler, dünyamızın bitki örtüsünü meydana getirirler. Bu bitki örtüsünde ulu ağaçlar, cılız otlar olduğu kadar, suların içindeki yosunlar da yer alır.


Botanik, sınıflandırılarak ayrı ayrı incelen, meal gereken bitkilerin sayılamayacak kadar çok ve çeşitli olması bakımından çok zevkli bir bilim dalıdır. Tabiat meraklıları, topladıkları çiçekleri, otları önce özel bir sözlüğün yardımıyla isimlerini bulup yazar, sonra da yine bitkiyi kurutup saklamaya yarayan özel preslerin içinde saklarlar. Bu presler kalın yapraklı bir defter biçimin, dedir, içine bitkiler yerleştirildikten sonra kabındaki kayışlar sıkılarak bitkinin, için, de sıkışarak iyice kuruması sağlanır. Eski Romalılar, çiçeklerin ve bitkilerin tanrıçası Floreyi kutlamak amacıyla çiçek şenlikleri tertip ederlerdi.


Vaha


Kuraklığın hüküm sürdüğü çöllerde bitki yetişmez. Ama çölün ortasında ortaya çıkan küçücük bir kaynağın etrafında yemyeşil bitkiden bir adacığın meydana gelmesine yardım edebilir. Buraya vaha denir. Çölün çoraklığı, kuraklıktan ötürü meydana gelmiş olmasına rağmen toprağın içinde yer yer, yeraltı su tabakaları bulunabilir. Bu su tabakaları, toprağa yeteri kadar nem verdiği için buralarda bitkiler yeşerip hayat bulabilir. Uçsuz bucaksız çölün ortasında bu yeşil adacık, uzaktan hurma ağaçlarından belli olur. Yolcular vahalarda dinlenecek bir gölge altı, içecek sutaze meyva bulabilirler. Eğer su kaynamıyorsa yer altındaki su tabakasına kuyular kazılır. Çıkartılan suyu arklarla dağıtarak sebze yetiştirmek mümkündür. Vahalar çöllerin tablet menzilleridir. Kervan yolları bu vahalardan geçer.


 

29 Şubat 2016 Pazartesi

Röntgen, Harvey ve Malpighi

Wilhelm Conrad Röntgen


Alman fizik bilgini, 1484’te Lennep’te (Almanya) doğdu, 1923’te Münih’te öldü.


Röntgen ışınları da denilen X ışınlarını buldu ve ilk radyografiyi elde etti. Röntgen, havası boşaltılmış bir lamba olan ve çeperleri karanlıkta ışık saçan Crooks tüpünden etrafa yayılan ve gözle görülmeyen ışınların ne olabileceğini öğrenmeye çalışıyordu. Lâmbanın çevresini siyah kâğıtla kaplayan bilgin, bu görünmeyen ışınları flüorışıl maddeyle sıvanmış bir ekrana yansıtınca ekranın aydınlandığını gördü. Sonra elini ekranla tüp arasına koydu: bu defa elinden geçen ışınlar el kemiklerini aydınlık ekrana, gölgeler hâlinde yansıttılar. Röntgen, bu ışınların diğer cisimlerden de geçip geçmediğini öğrenmek için kapalı bir kapının bir tarafına Crooks tüpünü, diğer tarafına da bir fotoğraf filmini koydu: filmin banyosundan sonra elde ettiği fotoğrafta, kapının tahtasının liflerini ve demir vidaları gördü. Ve nihayet 1895’te X ışınlarıyla ilk radyografiyi gerçekleştirdi.


William Harvey


İngiliz hekimi, 1578’de Folkestone’da (Büyük Britanya) doğdu, 1657’de Hemps-tead’da (Büyük Britanya) öldü.


Kan dolaşımını keşfetti. William Harvey. Padova Üniversitesinde Profesör Fabrice Acxuapendente’nin öğrencisi olmuş, sonra da hekimlik diplomasını alarak Ingiltere’ye dönmüştü. Londra’ya yerleşen genç Harvey, bir süre sonra kralın doktoru oldu. Kralın yüksek himayesinden faydalanan hekim, ölüm cezasına çaptırılan mahkûmların cesetlerini gizlice temin iznini elde ederek kadavralar üzerinde çalışıp araştırmalar yapmaya başladı. Çünkü o devirde ölülerin vücudunu kesip açmak halk gözünde yüz kızartıcı bir işti. 17 Nisan 1616’da Londra Üniversitesinde yapılan bir konferansta, Harvey, kan dolaşımını açıkladı. Ona göre kanın iki türlü dolaşımı vardır: Küçük dolaşım ve büyük dolaşım. Küçük dolaşımda kan, temizlenmek üzere akciğerlere gider, büyük dolaşımda ise, temiz kan, kalpten bütün vücuda yayılırdı.


Marcello Malpighi


İtalyan hekimi ve anatomi bilginidir. 1628’de Crevalcore’de (İtalya) doğdu, 1694’teRoma’da öldü. Mikroskopu ilk defa canlı dokuları incelemede kullandı ve olumlu sonuçlar elde etti.


Vücudumuzda bulunan birçok doku. İtalyan hekimi Malpighi’nin adını taşımaktadır: üst derinin alt tabakası “Malpighi ağı” adını taşır. Dalağımızı çevreleyen küçük atar damarlar boyunca “Malpighi cisimcikleri” yer alır. Böbreklerimizde kanımızı süzen «Malpighi yumakcıkları» ve nihayet içinde sidiğin aktığı Malpighi piramitleri vardır. Bütün bunlar, Italyan hekimi ve Papa Innocentius Xll’nin özel doktoru Marcello Mal-pighi’nin o zamanlar yeni icadedilmiş bir araç olan mikroskop yardımıyla insan vücudunu ne kadar titizce incelediğini gösterir. Marcello Malpighi ayrıca böcek erin solunum organlarını da yine o ilkel mikroskobuyla incelemeyi başarmıştır. Londra’da bilginin kullandığı mikroskopları görmek mümkündür. Malpighi’nin bu adar buluşu son derece ilkel araçlarla gerçekleştirmiş olması şaşılacak bir başarıdır